المبحث
الأول: فتور
الرسالات قبل بعثة النبي -صلى
الله عليه وسلم-:
Peygamberin Gönderilmesinden Önceki
Risaletler Kesintiye Uğramıştı (Fetret Dönemi) -2
الآية الأولى قوله -تعالى-: (يَا أَهْلَ الْكِتَابِ قَدْ جَاءكُمْ رَسُولُنَا يُبَيِّنُ لَكُمْ عَلَى فَتْرَةٍ مِّنَ الرُّسُلِ أَن تَقُولُواْ مَا جَاءنَا مِن بَشِيرٍ وَلاَ نَذِيرٍ فَقَدْ جَاءكُم بَشِيرٌ وَنَذِيرٌ وَاللهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ). [المائدة: 19].
İlk ayet:
Allah’ın (c.c) şu sözüdür:
“Ey ehl-i kitabi
Peygamberlerin arasının kesildiği bir sırada size elçimiz geldi.
Gerçekleri size açıklıyor ki (kıyamette): Bize bir müjdeleyici
ve uyarıcı gelmedi, demeyesiniz. İste size müjdeleyici ve uyarıcı
gelmiştir. Allah her şeye hakkıyla kadirdir.” (Maide 5/19)
قال
القرطبي: (يُبَيِّنُ
لَكُمْ).
انقطاع حجتهم حتى
لا يقولوا: غداً
ما جاءنا رسول (عَلَى
فَتْرَةٍ مِّنَ الرُّسُلِ)
أي سكون يقال:
فتر الشيء:
سكن، وقيل "عَلَى
فَتْرَةٍ" على
انقطاع ما بين النبيين عن أبي عليّ وجماعة
أهل العلم وحكاه: الرماني
اهـ.
Kurtubi şöyle
demiştir:
“Size
açıklıyor” yani, onların delillerinin kesilişini. Ta ki
yarın şöyle demesinler: Bize elçi gelmedi.
“Elçilerin
arasının kesilmiş olduğu bir dönemde” bu, fetret yani
durmak demektir. Denilir ki:
Şey fatır
oldu yani sakin oldu (durdu).“Fetret üzere” bu ifadenin ‘iki
nebi arasındaki kopukluk üzere’, anlamına geldiği söylenmiştir.
Bunu er-Rummani, Ebu Ali ve diğer bir grup ilim ehlinden
nakletmiştir.
وقال ابن كثير: ... والمقصود أن الله بعث محمداً، صلى الله عليه وسلم، على فترة من الرسل، وطموس من السبل، وتغير الأديان، وكثرة عبادة الأوثان والنيران والصلبان فكانت النعمة به أتم النعمة والحاجة إليه أمر عمم، فإن الفساد قد عم جميع البلاد والطغيان والجهل قد ظهر في سائر العباد إلا قليلاً من المتمسكين ببقايا من دين الأنبياء ... " ... ثم إن الله نظر إلى أهل الأرض فمقتهم عربهم وعجمهم إلا بقايا من بني إسرائيل ... ". ثم رواه الإمام أحمد ومسلم والنسائي من غير وجه
...
İbni Kesir
de şöyle demiştir:
...Amaç
şudur:
Şüphesiz
Allah Muhammed’i (s.a.v) elçilerin arasının kesilmiş olduğu ve
doğru yolun izlerinin kaybolduğu bir dönemde gönderdi. Üstelik
bu dönemde dinler bozulmuş, putlara, ateş ve haça ibadet
çoğalmıştı. Binaenaleyh, bu nimet olabilecek en iyi nimet idi.
İhtiyaç ise zaten umumi idi. Şüphesiz fesad, tuğyan ve cehalet
bütün beldelere yayılmıştı. Bunlar içinde nebilerin dininden
kalma şeylere sarılan çok az bir kesim vardı.
“...Sonra
Allah yeryüzündeki halka baktı ve Beni İsrail’den geriye kalan
kısmı hariç, Arabıyla acemiyle hepsine buğzetti... “
Bunu İmam
Ahmed, Müslim ve Nesei başka yollarla rivayet etmişlerdir. (İbn-i
Kesir Terc., 5/2186)
فكان الذين قد التبس على أهل الأرض كلهم حتى بعث الله محمداً، صلى الله عليه وسلم، فهدى الخلائق وأخرجهم الله به من الظلمات إلى النور وتركهم على المحجة البيضاء والشريعة الغراء، ولهذا قال -تعالى-: (أَن تَقُولُواْ مَا جَاءنَا مِن بَشِيرٍ وَلاَ نَذِيرٍ). أي: لئلا تحتجوا وتقولوا يا أيها الذين بدلوا دينهم وغيروه ما جاءنا من رسول يبشر بالخير وينذر من الشر، فقد جاءكم بشير ونذير يعني محمداً، صلى الله عليه وسلم، اهـ.
Esasen din,
bütün yeryüzü halkı nezdinde karma karışık olmuştu. Ta ki
Allah Muhammed’i (s.a.v) gönderdi de halka hidayeti gösterdi ve
bununla onları karanlıklardan aydınlığa çıkarıp, dosdoğru
yol ve şeriatı garraya terk etti. Bu yüzden Allah (c.c) şöyle
demektedir:
“Bize
müjdeci ve uyarıcı gelmedi demeyesiniz diye.”
Yani ey
dinlerini tebdil edip değiştirenler, bize hayrı müjdeleyecek
şerden de sakındıracak bir elçi gelmedi şeklinde bir iddiada
bulunup demeyesiniz diye. Şüphesiz size müjdeci ve uyarıcı
(Beşir ve Nezir) olan Muhammed (s.a.v) gelmiştir. (İbn-i Kesir
Terc., 5/2187)
وقال الطبري: على فترة من الرسل يقول: على انقطاع من الرسل، والفترة في هذا الموضع الإنقطاع يقول: قد جاءكم رسولنا يبين لكم الحق والهدى على انقطاع من الرسل ... (أَن تَقُولُواْ مَا جَاءنَا مِن بَشِيرٍ وَلاَ نَذِيرٍ) ... فمعنى الكلام: قد جاءكم رسولنا يبين لكم على فترة من الرسل كي لا تقولوا ما جاءنا من بشير ولا نذير يعلمهم -عزّ ذكره- أنه قد قطع عذرهم برسوله صلى الله عليه وسلم، وأبلغ إليهم في الحجة اهـ.
Taberi şöyle
demiştir:
“Elçilerin
arasının kesildiği bir dönemde.” Yani:
Elçilerin
arasının inkıtaa uğradığı bir dönemde. Buradaki fetret,
inkıta- kopmak demektir. Buna göre şöyle demiş oluyor:
Size
elçilerin arasının kesildiği (inkıta) bir dönemde hak ve
hidayeti beyan edecek elçimiz geldi.
“Bize
bir müjdeci ve uyarıcı gelmedi demeyesiniz diye”
...Bu şu
demektir:
Bize bir
müjdeci ve uyarıcı gelmedi, demeyesiniz diye, elçilerin arasının
kesildiği bir dönemde size beyanda bulunacak elçimiz geldi. Allah
(c.c) onlara şunu öğretiyor:
Onların bu
resulün (s.a.v) gelişiyle özürleri kesilmiş ve onlara hüccet
bildirilmiş olmaktadır. (Taberi Terc., 2/474)
وقال
الشوكاني: (أَن
تَقُولُواْ مَا جَاءنَا مِن بَشِيرٍ
وَلاَ نَذِيرٍ).
تعليل:
لمجيء الرسول
بالبيان على حين فترة: أي
كراهة أن تقولوا هذا القول معتذرين عن
تفريطكم "أي
لا تعتذروا فقد جاءكم بشير ونذير وهو
محمد، صلى الله عليه وسلم اهـ.الآية
الثانية: قوله
-تعالى-:
(وَلَوْلَا
أَن تُصِيبَهُم مُّصِيبَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ
أَيْدِيهِمْ فَيَقُولُوا رَبَّنَا
لَوْلَا أَرْسَلْتَ إِلَيْنَا رَسُولاً
فَنَتَّبِعَ آيَاتِكَ وَنَكُونَ مِنَ
الْمُؤْمِنِينَ).
[القصص:
47].
Şevkani ise:
“Bize
bir beşir ve nezir gelmedi demeyesiniz diye”
Fetret
döneminden sonra resulün beyan ile gelmiş olması sebebiyle. Yani
sapıklığınızı örtbas etmek adına bu kerih sözü demenizi
önlemek için.
Özetle,
mazeret beyan etmeyin şüphesiz size beşir ve nezir -ki o da
Muhammed’dir (s.a.v) gelmiştir, demiştir.
İkinci ayet:
Allah’ın
şu sözüdür:
“Bizzat
kendi yaptıklarından dolayı başlarına. bir musibet geldiğinde,
Rabbimiz! Ne olurdu bize bir peygamber gönderseydin de, ayetlerine
uysak ve mü’min’lerden olsaydık! diyecek olmasalardı (seni
göndermezdik)” (Kasas 28/47)
قال الطبري يقول -تعالى ذكره-: ولولا أن يقول هؤلاء الذين: أرسلتك يا محمد، صلى الله عليه وسلم، إليهم لو حلّ بهم بأسنا أو أتاهم عذابنا من قبل أن نرسلك إليهم على كفرهم بربهم
واكتسابهم
الآثام واجترامهم المعاصي:
ربنا هلاّ أرسلت
إلينا رسولاً من قبل أن يحل بنا سخطك وينزل
بنا عذابك فنتبع أدلتك وآي كتابك الذي
تنزلُه على رسولك وتكون من المؤمنين
بألوهيتك المصدقين رسولك فيما أمرتنا
ونهيتنا. لعاجلناهم
العقوبة على شركهم من قبل ما أرسلناك
إليهم، ولكنا بعثناك إليهم نذيراً بأسنا
على كفرهم لئلا يكون للناس على الله حجة
بعد الرسل اهـ.
Taberi şöyle demektedir:
Şanı yüce Rabbimiz diyor ki:
Seni kendilerine gönderdiğim o
kimseler şöyle demeyecek olsalardı. Yani Seni kendilerine
göndermeden önce, Rablerini inkâr, günah işlemeleri ve pisliğe
(measiye) dalmaları sebebiyle o kimselere sıkıntı verip azabımızı
tattıracak olsaydık ve onlar da şöyle demeyecek olsalardı:
Ey Rabbimiz gazabın bize hak olup
azabın da inmeden önce bize bir elçi gönderseydin ya. Ki
delillerine ve resulüne indirdiğin kitabının ayetlerine tabi
olsaydık. Uluhiyetine inanıp, bize emredip yasakladığın
hususlarda resulünü tasdik etseydik. İşte böyle demeyecek
olsaydılar; Seni onlara göndermeden önce şirklerinden dolayı
sonucu çabuklaştırırdık. Lakin biz Seni onlara küfürlerinden
dolayı gelecek azabımızdan sakındıran bir elçi olarak
gönderdik. Maksat insanların elçilerden sonra, Allah nezdinde
hiçbir bahaneleri kalmasın.” (Taberi Terc., 4/1692)
قال الشوكاني: ... قال الزجاج: وتقدير ما أرسلنا إليهم رسلاً: يعني أن الحامل على إرسال الرسل هو إزاحة عللهم فهو كقوله -سبحانه-: (لِئَلاَّ يَكُونَ لِلنَّاسِ عَلَى اللهِ حُجَّةٌ بَعْدَ الرُّسُلِ) ... ومعنى الآية: أنا لو عذبناهم لقالوا: طال العهد بالرسل ولم يرسل الله إلينا رسولاً ويظنون أن ذلك عذر لهم ولا عذر لهم بعد أن بلغتهم أخبار الرسل، ولكنا أكملنا الحجة وأزحنا العلة وأتمننا البيان بإرسالك يا محمد إليهم اهـ.
Şevkani ez-Zeccac’dan şunu
nakletmektedir:
Ayetin taktiri şu şekildedir:
Öyle demeyecek olsaydılar, onlara
hiçbir peygamber göndermezdik. Yani; onlara elçi gönderişimizin
gerekçesi, onların bu tür bahane ve eğriliklerini bertaraf
etmektir. Bu, şu ayet gibidir:
“(Yerine göre)
müjdeleyici ve sakındırıcı olarak peygamberler gönderdik ki
insanların, peygamberlerden sonra Allah’a karşı bir bahaneleri
olmasın” (Nisa 4/165)
Ayet şu anlama geliyor:
Şüphesiz biz şayet onlara azap edecek
olsaydık şöyle söylerlerdi:
Resullerin arası çok uzun sürdüğü
halde Allah bize bir elçi göndermedi. Bunun kendileri için özür
olacağını zannediyorlardı. Oysa resullerin haberlerinin
kendilerine ulaşmasından sonra hiçbir özürleri kalmamaktadır.
Fakat biz gene de hücceti (delilleri) muhkemleştirdik, bahanelerini
giderip, ey Muhammed seni onlara göndermekle beyanatı tamamladık.”
وقال القرطبي: (فَيَقُولُوا رَبَّنَا لَوْلَا). أي هلاّ: (أَرْسَلْتَ إِلَيْنَا رَسُولاً).لما بعثنا الرسل وقيل: لعاجلناهم بالعقوبة. وبعث الرسل أزاحة لعذر الكفار ....
Kurtubi:
“Ve derler ki,
ey Rabbimiz keşke” yani olmaz mıydı, “bize
bir elçi gönderseydin” böyle demeyecek olsaydılar biz
elçi göndermezdik. Denildi ki, onlara akibeti çabuklaştırırdık
anlamındadır. Fakat Allah (c.c) kâfirlerin bahanelerini gidermek
için onlara elçiler gönderdi, demiştir.
فال القشيري: والصحيح أن المحذوف لولا كذا لما احتيج إلى تجديد الرسل أي: هؤلاء الكفار غير معذورين إذ بلغتهم الشرائع السابقة والدعاء إلى التوحيد، ولكن تطاول العهد فلو عذبناهم فقد يقول قائل منهم: طال العهد بالرسل ويظن أن ذلك عذر، ولا عذر لهم بعد أن بلغهم خبر الرسل، ولكن أكملنا إزاحة العذر وأكملنا البيان فبعثناك يا محمد، صلى الله عليه وسلم، إليهم وقد حكم الله بأنه لا يعاقب عبداً إلا بعد إكمال البيان والحجة وبعثة الرسل اهـ.
Kuşeyri şöyle diyor:
Sahih olan, Arapça bir edat olan
Levla’nın mahzurunun (zımnen) şu şekilde anlaşılmasıdır:
Şayet böyle olmasaydı, yeni bir
peygamberin gönderilmesine gerek kalmazdı. Yani aslında o kâfirler
mazur değildirler. Çünkü geçmiş şeriatlar ve tevhit davetinin
haberleri onlara ulaşmıştır. Ancak şu var, aralarındaki mesafe
çok uzamıştır. Bu nedenle eğer, kendilerine eğriliklerinden
dolayı azap edecek olursak onlardan birinin şöyle demesi
mümkündür:
Son elçinin geldiği günden bu yana
uzun bir süre geçti. Ve haddi zatında bunun özür olduğunu
zannederdi. Oysa onlara elçilerin haberlerinin ulaşmış olması
hasebiyle hiçbir özürleri yoktur. Lakin biz bu zayıf bahanelerini
de giderdik ve gerekli olabilecek açıklamaları yaptık.
Dolayısıyla ey Muhammed (s.a.v), biz seni onlara işte bu nedenle
gönderdik. Esasen Allah (c.c) beyan ve hücceti tamamlamadan (ikmal
etmeden) ve elçi göndermeden hiç kimseyi sorumlu tutmayacağını
hükme bağlamıştır.
وقال ابن كثير: أي وأرسلناك إليهم لتقيم عليهم الحجة ولينقطع عذرهم إذا جاءهم عذاب من الله بكفرهم فيحتجوا بأنهم لم يأتهم رسول ولا نذير اهـ.
İbni Kesir de şunu demiştir:
Yani, Allah’tan onlara, küfürlerinden
dolayı bir azap geldiğinde ve onlar da kendilerine bir elçi ve
uyarıcı gelmediğini savunduklarında, onlara hüccet ikame edip
(ortaya delil koyup) özürlerine son veresin diye seni onlara
gönderdik. (İbni Kesir Terc., 11/6221)
وقال البغوي: (وَلَوْلَا أَن تُصِيبَهُم). عقوبة ونقمة (بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيهِمْ). من الكفر والمعصية. (فَيَقُولُوا رَبَّنَا لَوْلَا) هلا (أَرْسَلْتَ إِلَيْنَا رَسُولاً فَنَتَّبِعَ آيَاتِكَ وَنَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ). وجواب لولا محذوف أي: تعاجلناهم بالعقوبة. يعني: لولا أنهم يحتجون بترك الإرسال إليهم لعاجلناهم بالعقوبة على كفرهم، وقيل: معناه لما بعثناك إليهم رسولاً ولكن بعثناك إليهم لئلا يكون للناس على الله حجة بعد الرسل اهـ.قلت: فمن هذين النصين يعلم أن القوم قبل بعثة النبي، صلى الله عليه وسلم، لو عاجلهم المولى -سبحانه- العقوبة على شركهم واكتسابهم الآثام، لاحتج القوم بأنهم في زمن فترة من الرسل وأنهم ما جاءهم من رسول يبشر بالخير وينذر من الشر، فبعث الله محمداً صلى الله عليه وسلم ليقطع عذرهم في العذاب، ومع هذا فقد اتفق السلف على أنهم مشركون كافرون غير مسلمين إلا أنهم لا يعذبون إلا بعد الحجة الرسالية على خلاف بينهم في هذا الأخير.فهؤلاء القوم كانوا في زمن فترة من الرسل. وفي جهل شديد ومع هذا كانوا مشركين.
Beğavi ise şöyle demektedir:
“Eğer onlara
isabet ettiğinde” yani ukubet ve ceza olarak onlara isabet
ettiğinde. “Elleriyle yaptıklarından
dolayı” yani küfür ve masiyet türünden yaptıkları.
“Ey Rabbimiz keşke...” olmaz mıydı
“bize bir elçi gönderseydin de ayetlerine
tabi olup müminlerden olsaydık” diyecek olmasalardı.
Buradaki levla (eğer-şayet) edatının cevabı mahzuftur. O da
şöyledir:
Onlara ukubeti aceleye getirirdik.
Özetle eğer onlar kendilerine elçi gönderilmemiş olması
bahanesini öne sürmeseydiler, küfürlerinden dolayı cezayı
çabuklaştırırdık. Bunun manasının şu şekilde olduğu da
söylenmiştir: Biz seni onlara elçi olarak göndermezdik. Fakat
gene de, insanların elçilerden sonra Allah nezdinde hiçbir
bahaneleri kalmasın diye gönderdik.”
Bu iki nastan rahatlıkla şu
anlaşılıyor:
Şayet Mevla Sübhanehu, o insanlara,
peygamberin gönderilişinden önce şirklerine ve işledikleri
günahlara karşılık ceza vermekte acele edecek olsaydı onlar,
Resullerden arı bir dönemde yaşadıklarını, kendilerine, hayır
ile müjdeleyecek, serden sakındıracak bir elçinin gelmediğini
öne sürebilirlerdi. Bu yüzden Allah (c.c) onların azaba dair bu
özürlerini kesmek için Muhammed’i (s.a.v) gönderdi. Bununla
beraber selef onların gayrı müslim, müşrik kâfirler olduğunda
ittifak etmiştir. Ne var ki onlar ancak nebevi hüccetten (mesajın
ulaşmasından) sonra azaba uğratılırlar. Ki sadece bu son hususta
ulema arasında ihtilaf vardır.
Şimdi o insanlar Resullerden uzak
(fetret) bir dönemde yaşıyorlardı. Bu arada koyu bir cehaletin de
içindeydiler. Buna rağmen onlar gene de müşrik idiler.
الدليل الثالث: شرك قوم نوح، صلى الله عليه وسلم، وهو أول شرك وقع على وجه الأرض، ومن المعلوم بيقين أن آدم، عليه السلام، قد ترك ذريته على التوحيد الخالص. ثم بدأ يدب الشرك في ذريته بسنن شيطانية التي تحدث عنها حبر الأمة ابن عباس -رضي الله عنهما- فأصبحوا مشركين فبعث الله نوحاً وهو أول رسول إلى أهل الأرض بنص حديث الشفاعة الصحيح.ومن المعلوم أيضاً أن نوحاً عليه السلام كان يخاطب قومه على أنهم: مشركون لا مسلمون.فأين الرسول الذي أقام الحجة عليهم قبله حتى يثبت لهم وصف الشرك وحكمه؟
قال الله -تعالى-: (كَانَ النَّاسُ أُمَّةً وَاحِدَةً فَبَعَثَ اللهُ النَّبِيِّينَ مُبَشِّرِينَ وَمُنذِرِينَ وَأَنزَلَ مَعَهُمُ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِيَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ فِيمَا اخْتَلَفُواْ فِيهِ). [البقرة: 213].
Üçüncü
delil:
Nuh’un (a.s)
kavminin şirkidir ki, bu, yeryüzünde meydana gelen ilk şirktir.
Yakinen bilindiği
gibi Adem (a.s), zürriyetini halis tevhit üzere terk etmişti.
Sonra zamanla şirk onun zürriyeti arasında, ümmetin allamesi İbni
Abbas’ın (c.c) bahs ettiği şeytani yollarla yavaş yavaş
yayıldı. Bu haliyle de müşrik oldular. Bunun üzerine Allah da
(c.c) Nuh’u gönderdi. Ki O, sahih şefaat hadisinin nassına göre
yeryüzündeki ilk Resuldür.
Keza malum olduğu
üzere Nuh (a.s), kavmine, Müslüman değil müşrikler olarak hitap
etmekteydi.
Bu bağlamda
sormak lazım; kendisinden önce, onlar için ortaya delil koyan
(hüccet ikame eden) elçi hani nerededir? Ta ki onlara şirk sıfatı
ve müşrik hükmü sabit olabilsin.
Allah (c.c) diyor
ki:
“İnsanlar
(aslında) bir tek ümmet (millet) idi. Bu durumda iken Allah müjde
verici ve uyarıcı olarak peygamberleri gönderdi. İnsanlar
arasında anlaşmazlığa düştükleri hususlarda hüküm vermeleri
için onlarla beraber hak yolu gösteren kitapları da indirdi.”
(Bakara 2/213)
قال ابن كثير: قال ابن جرير ... عن ابن عباس -رضي الله عنه- قال: كان بين نوح وآدم عشرة قرون كلهم على شريعة من الحق فاختلفوا فبعث الله النبيين مبشرين ومنذرين.قال: وكذلك هي قراءة عبد الله ... الناس كانوا على ملة آدم حتى عبدوا الأصنام فبعث الله إليهم نوحاً، عليه السلام، فكان أول رسول بعثه الله إلى أهل الأرض اهـ.
İbni Kesir, İbni Cerir’den şunu
naklediyor:
İbni Abbas (r.a) dedi ki:
Nuh ile Adem arasında on asır (nesil)
vardı. Bunların hepsi de hak olan bir şeriat üzere idiler. Bunlar
zamanla ihtilafa düştüler. Buna binaen Allah (c.c) da müjdeleyici
ve uyarıcı nebiler gönderdi.
İbni Kesir devamla; bu, Abdullah’ın
kıraatında böyledir....
İnsanlar putlara ibadet edinceye kadar
Adem’in milleti (dini) üzerindeydiler. Böyle olunca Allah onlara
Nuh’u (a.s) gönderdi. Ki o, Allah’ın yeryüzüne gönderdiği
ilk elçiydi, demiştir.(İbni Kesir Terc., 3/818)
وقال ابن تيمية: وذلك أن الناس كانوا بعد آدم، عليه السلام، وقبل نوح، عليه السلام، على التوحيد والإخلاص كما كان عليه أبوهم آدم أبو البشر، عليه السلام، حتى ابتدعوا الشرك وعبادة الأوثان -بدعة من تلقاء أنفسهم- لم ينزّل الله بها كتاباً ولا أرسل بها رسولاً. بشبهات زينها الشيطان من جهة المقاييس الفاسدة والفلسفة الحائدة. قوم منهم
زعموا:
أن التماثيل طلاسم
الكواكب السماوية والدرجات الفلكية
والأرواح العلوية وقوم اتخذوها على صورة
من كان فيهم من الأنبياء والصالحين، وقوم
جعلوها لأجل الأرواح السفلية من الجن
والشياطين وقوم على مذاهب أخر.
وأكثرهم لرؤسائهم
مقلدون وعن سبيل الهدى ناكبون، فابتعث
الله نبيه نوحاً، عليه السلام، يدعوهم
إلى عبادة الله وحده لا شريك له، وينهاهم
عن عبادة ما سواه وإن زعموا أنهم يعبدونهم
ليتقربوا بهم إلى الله زلفى ويتخذوهم
شفعاء. اهـ.
جـ:
28 ص:
603، 604
لمجموع الفتاوى
İbni Teymiye ise şöyle demiştir:
İnsanlar Adem’den (a.s) sonra ve
fakat Nuh’tan (a.s) önce tevhit ve ihlas üzerindeydiler. Tıpkı
insanlığın atası olan babaları Adem (a.s) gibi. Ta ki kendi
kendilerine ihdas ettikleri bir bidat olan şirki icadedip putlara
ibadet edinceye kadar. Oysa bu yaptıklarına dair Allah, ne bir
kitap ne de bir elçi göndermişti. Bu pisliği, şeytanın fasit
kıyas ve sapık düşünce suretiyle süslediği şüphelerle
yapmıştılar. Onlardan bir kavim şöyle iddia etmişti:
Şüphesiz heykeller, semavi yıldızların
tılsımı, feleklerin basamakları ve yüce ruhlardır. Bunlardan
bir kavim de bu heykelleri, aralarındaki enbiya ve salihlerin
şeklinde tasvir ve tasavvur ettiler. Diğer bir kavim de bu putları,
adi cinni ve şeytani ruhlara binaen edinmişti. Diğer bir kavim ise
başka bir görüşte idi. Bunların çoğu reislerini taklit edip
hidayet yolundan yüz çeviriyordu. Bu esnada Allah nebisi Nuh’u
(a.s) gönderdi. Onları şirk koşmadan sadece tek Allah’a ibadete
çağırıyor ve onları ondan başkasına ibadet etmekten
sakındırıyordu. Her ne kadar onlar, bunlara sırf kendilerini
Allah’a yaklaştırması ve Allah katında kendilerine şefaatçi
olmaları için ibadet ettiklerini iddia ediyor idiyselerde. (Fetava,
28/603-604)
وفي صحيح البخاري عن ابن عباس -رضي الله عنهما-: صارت الأوثان التي كانت في قوم نوح في العرب ... أسماء رجال صالحين من قوم نوح فلما هلكوا أوحى الشيطان إلى قومهم أن انصبوا إلى مجالسهم التي كانوا يجلسون أنصاباً وسموها بأسمائهم ففعلوا فلم تُعبد حتى إذا هلك أولئك وتنسّخ العلم عبدت اهـ.
راجع فتح
الباري جـ: 8 ص:
Sahihi Buhari’de İbni Abbas’tan
(r.a) gelen hadiste şöyle deniliyor:
"Nuh kavminde var olan putlar,
Arablar arasında da oluştu... Bu putlar, Nuh kavminden salih
insanların isimleri idi. Bunlar vefat edip gidince şeytan onların
kavmine onların meclislerinde oturdukları yerlere dikili işaretler
koyup onların isimleriyle isimlendirmelerini empoze (vahy) etti.
Onlar da bunu yaptılar. Fakat (koydukları bu işaretlere) ibadet
edilmedi. Ta ki işin mahiyetini bilen bu kimseler ölüp bu bilgi de
ortadan kalkınca bu defa ibadet edilmeye başlandı."
(Feth’ul-Bari, 8/535. * Buhari Terc., H. No: 440, Ayet 71/23,
11/4936: Kütüb-i Sitte, 4/341)
قلت: انظر رحمني الله وإياك قول ابن عباس -رضي الله عنهما -أنها- أي الأصنام- لم تعبد في بادئ الأمر، وأن العلة في عبادتها: تنسخ العلم وانتشار الجهل.وذلك لأن المشرك أينما كان يظن أن ما هو عليه من الديانة تقربه إلى الله زلفى فكيف يتقرب العبد إلى الله بأمر يعتقد بطلانه؟
وذلك لأن الشرك منبعه ومبعثه: الاعتقاد، بخلاف المعصية فإن منبعها ومبعثها: الشهوة المحضة.فالزاني والسارق وشارب الخمر يعلم قبح وحرمة معصيته ولكن يحمله على اقترافها الشهوة العارمة بخلاف الذبح والنذر والدعاء والاستغاثة فهذه الحامل على فعلها: الاعتقاد لا الشهوة.لذلك لن تجد عبداً يعلم قبح وحرمة الشرك وأنه يسوق صاحبه إلى الخلود في النيران ويحرم عليه دخول الجنة ويحبط عمله بالكلية ثم يفعله بعد هذا قربة إلى الله؟.
İbni Abbas’ın (r.a) ifadesine bakın.
Bu putlara işin başında tapılmadı. Onlara ibadet etmeye
başlanmasındaki illet, ilmin yok olması ve cehaletin yayılmasıdır,
demektedir.
Bu şundan dolayıdır:
Müşrik ne zaman ve nerede olursa olsun
yaşamakta olduğu dinin, kendisini derece olarak Allah’a
yaklaştıracağını zannetmektedir. Kaldı ki kul, batıl olduğuna
inandığı bir şeyle Allah’a nasıl ve ne diye yaklaşsın ki?
Keza şu da bir kaidedir:
Masiyetin aksine, şirkin kaynağı ve
hareket noktası (itikad) inançtır. Oysa ötekinin kaynağı ve
hareket noktası sırf şehvettir.
Nitekim zani, hırsız ve içkici,
masiyetinin haram ve çirkinliğini bilmektedir. Fakat onu işlemeye,
kötü şehvet itmektedir. Tabi ki, kurban, nezir, dua ve istiğasenin
tam zıddınadır bu. Çünkü bunları işlemeye zorlayan etken
şehvet değil, itikattır.
Bu yüzden hiçbir kulu göremezsin ki
şu veya bu şekildeki bir şirkin haram ve çirkinliğine inansın,
sonra bunun, failini ebediyen cehennemde kalmaya sürüklediğini,
cennete girmesini önlediğini ve amelini tümüyle heba ettiğini
bilsin, ondan sonra da bunu Allah’a yaklaşmak kastıyla işlesin.
İşte bu, mümkün değildir.