ﺑﺴﻢﺍﻟﻟﻪ ﺍﻠﺮﺣﻤﻦ ﺍﻟﺮﺣﻴﻢ
Yakın zamanda karşılaştığımız (……..) kişiler iddia ettiler ki;
“mahkemelerde sınırlı vekaletle avukat tutulabilir….. !”
Cevap olarak deriz ki; Meselelerin
tam anlaşılabilmesi için o mesele hakkındaki hem İslam’ın hemde küfrün
yasaları ile o mesele tam olarak ortaya konulmak zorundadır. Ancak böyle
yapılırsa o meselede Hak ile batıl (iman-küfür) netleşebilir. İslam’ı ne kadar
iyi bilirse bilsin vakıadan habersiz kişilere meseleler sorulmamalı, bu
kimseler de vakıadan habersiz biçimde cevab vermemelidir. Misal olarak bugün
tağuti düzenlerin okullarından, okul müfredatlarından, okulla ilgili yasal
düzenlemelerden habersiz olarak okulla ilgili fetva verenler nasıl saptırıcı
konumunda iseler, tağuti mahkemelerden, özel ve genel vekâletten ve genel
olarak muhakemeyle ilgili vakıalardan habersiz kişiler de iyi niyetli (!)
olsalar dahi saptırıcı olmaya namzettirler.
Tağuta bağlı belğamları hakkı gizlemelerinin yanında rejime bağlılığın
ifade edildiği 657. maddeyi imzaladıkları için tekfir edenlerin aşağıda
anlatılacağı gibi küfür içeren ve küfürde kullanılacak vekâletnameleri
imzalayanları tekfir etmemeleri çelişkili bir durumdur.
Avukat; tağuti rejimlerin hukukunun (dininin) eğitimini görmüş ve insanlardan
aldığı vekâletle tağuti mahkemelere vekâlet aldıklarının adına muhakeme olmayı
meslek haline getirmiş bir taifedir. İslam hukukunda avukatlık yoktur.
Vekâlet İslam hukukunda da cahili hukuk sistemlerinde de aslın yerini
tutar, avukat tutan kimse tağuta bizzat muhakeme olmuş olur. Yani denebilir ki
avukat tutmak sadece muhakeme olmaya mebnidir. Bunun başka bir izah tarzı
yoktur. Aynen şuna benzer ki; Demokrasi dininde de oy vermek vekâlete dayanır.
Demokratik Hâkimiyet anlayışına göre hükümler çoğunluğun istediği yönde
olmalıdır. Büyük kitleler devamlı olarak bir araya getirilemeyeceği için
vekâletlerini bir meclisi oluşturacak insanlara verirler. Bu meclisteki
parlamenterler de kendilerine vekâlet veren kitle adına teşride bulunurlar, Bu
şekilde parlamenterler asaleten, onlara vekâlet verenler ise vekâleten tağut
olurlar.
Vekâlet Istılahta: Bir kimsenin bizzat kendisinin de yapabileceği muamelattan
olan bir işi yapması için bir başkasını yetkili kılmasıdır.
Kendisine başkası tarafından bir işi yapması için yetki verilen kişiye
vekil, bu yetkiyi veren kişiye müvekkil, vekil edilen kişinin yapacağı
tasarrufa müvekkelun bih, yetki verme olayına tevkil denilir.
Vekâlet akdinin geçerli oluşu kitap ve sünnet delillerine dayanır.
İcmâ da buna delâlet etmektedir.
Bir iş için danışmak için avukata giden, avukata muhakeme olma dışında
iş takibi yaptıran, kısacası avukatı mahkeme prosedürü dışında kullanan kimse
tağuta muhakeme olmuş olmaz, küfür olan, küfrü işlemek (muhakeme sürecini
sürdürmesi) üzere vekâlet vermektir.
Avukatlık meselesini daha iyi anlayabilmek için, avukatlıkla ilgili
tağutların kanunlarını incelemek şarttır. Bu hatırlatmalardan sonra
avukatlığın amacıyla ilgili yasal düzenlemelere bir bakalım. İşte avukatlık
tüzüğü ve vekâlet örneği.
Madde.2.(Değişik:2.5.2001-4667/2m.)
Avukatlığın amacı; hukuki münasebetlerin düzenlenmesini, her türlü
hukuki mesele ve anlaşmazlıkların adalet! ve hakkaniyete! uygun olarak
çözümlenmesini ve hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasını her derecede
yargı organları, hakemler, resmi ve özel kişi, kurul ve kurumlar nezdinde
sağlamaktır.
Avukat bu amaçla hukuki bilgi ve tecrübelerini adalet! hizmetine ve
kişilerin yararlanmasına tahsis eder.
Yukarıda avukatlığın amacının tarifi açık bir şekilde bu mesleğin
vekilinin adına adaletli(!) ve hakkaniyetli(!) olarak isimlendirilen tağuti
mahkemelere muhakeme olmasına delalet etmektedir.
Mahkemeye intikal eden bir işte (sınırlı vekâletle de olsa) avukatın
yaptığı başından sonuna kadar muhakemedir.
Tipik bir avukatlık vekâletnamesi örneği:
Ben, _____________ Nüfus İdaresi tarafından verilmiş _______ tarih ve
_______________ sayılı nüfus hüviyet cüzdanına göre
___________________ ili, _____________ ilçesi, _________ mahallesi,
____________________ cilt, ________________________ aile sıra,
____________ sırada kayıtlı, _____________, ___________ adresinde
geçici mukim, ______ ___________ doğumlu _______________ ve
_______________ oğlu, yukarıda fotoğrafı yapışık __________
____________:
kişiyi; adıma avukat tutmaya ve avukatlık sözleşmesi yapmaya, bu sebeplerden ve
yukarıda yazılı hususlarda ilgili bilumum davalardan, takiplerden dolayı
Türkiye Cumhuriyeti adli, idari ve mali kaza mercilerinde tam yetki ile beni temsile, dava ikame ve husumeti kabule,
müdafaaya ve murafaaya, hukuk ve menfaatlerimin
korunması için gerekli tedbirleri almaya ve işlemleri yapmaya, davadan
feragate, feragati davayı kabule, davayı ıslaha, yemin teklif, kabul ve
reddine, hâkimlerin ve bilirkişilerin reddine, ilam, hüküm ve kararları infaza,
ihtiyati ve icrai haciz koyup kaldırmaya, gereğinde verdiğim yetkilerin tamamı
veya bir kısmi ile başkalarını da tevkil, teşrik ve azle yetkili olmak
üzere, tarafımdan:
_______oğlu,______
___doğumlu_________’yi vekil nasb ve tayin eyledim.
Vekâletnameyi veren: _____________’de geçici mukim, __________
tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Valiliğinden verilme ____________
numaralı pasaport hamili ______.
Vekâletnamede açıkça görüleceği gibi avukata tağuti düzenin idari ve
mali kaza mercilerinde muhakeme olmak üzere hüküm ve kararları infaza kadar
sınırsız bir yetki verilmektedir (velev ki yetkisini sınırlandırsanız bile bu
metnin aslı olacak ve sadece kırmızı yazılarda değişiklik yapabileceksiniz. Ki
oraya da kabul veya red yönünde ne yazarsanız yazın vekâletnameyi küfür
olmaktan çıkmayacaktır). Böyle bir yetkiyi vermek üzere başlı başına küfür olup
Demokratik seçimlerde oy vermekten dahi ileri gitmektedir. Çünkü oy sandığına
oy atılırken bu oyumla yasama meclisine adıma kanunlar çıkarma yetkisi
veriyorum diye bu vekâletnamedeki gibi yazılı bir sözleşme yoktur ama oyun
delalet ettiği mana yönüyle bu fiil küfür olmaktadır. Avukata mahkeme sürecinde
verilen vekâlette ise açıkça muhakeme olma yetkisinin verildiği yazılı olarak
belirtilmektedir.
Avukat tutma meselesi tağut’a muhakeme olma ile direk alakalı bir meseledir.
Mahkemeler; Hâkim-Savcı-Avukat üçlüsünden müteşekkildir.
Bazıları şöyle iddia ediyorlar: Avukata küfür
işlememesi durumun-da sınırlı vekâlet verilebilir.
Cevap olarak kısaca diyoruz ki; bu büyük bir hezeyandır.
Yukarıdaki vekâletnameyi gördünüz.
Yetkide sınırlama yapsanız bile (velev ki yazılı vekâlet hiç olmasa bile) sözlü
vekâlet dahi mahkeme sürecine resmi iştirak hükmündedir. Yok, efendim “avukata
küfür işleme diyecekmişler, sayın-yüce! mahkeme demeyecekmiş, beraat
istemeyecekmiş, mahkemeye saygı ifadesi olan şey yapmayacakmış da falan filan.
Hadi oradan böyle yapan bir avukatı o anda tutuklayıp mahkemeye hakaretten altı
ay verirler. Vakıada olmayan ve olma ihtimali de olmayan şartları ileri sürüp
bunun üzerine hüküm bina etmek sapıkların işidir. Bu tür iddialara aklı başında
olan kâfirler bile gülerler. Hem nasıl olur da küfür gibi ebediyeti
ilgilendiren bir meselede kâfire güven olur. Zaten mesele aslen küfürdür.
İçerik açısından değil.
Vakıada olmayan ve olması imkânsız asıllar belirleyerek bunun üzerine
hüküm bina edenler tez elden durumu bir kez daha fehmetmeye davet ediyoruz. T.c
de avukata vekâlet vermek hangi gerekçe ile olursa olsun
küfürdür. Hiçbir küfür fiili işlemese bile (ki vakiada imkânsızdır) mahkeme
sürecine katılması işlerlik kazandırması babından bizatihi küfürdür.
Muhakemenin namaz gibi, dua gibi, secde gibi bir ibadet olduğu akıldan
çıkarılmamalıdır. Mesela bir kimse bir hakkımızı gasbetse ve kendisine secde
ettiğimiz takdirde bu hakkımızı geri vereceğini söylese ona secde edebilir
miyiz? (Maazallah.)
Her hukuk sisteminin başlı başına bir din olduğu malumdur. Kanunlar
dinin füru kısmını oluşturur. İslam’da da bu böyledir. Ümmet-i Muhammedin
şeriatı İslam’ın Füruuddinidir.
Bazıları diyor ki; “Biz mahkemelerde avukattan yardım istiyoruz.”
Cevap olarak deriz ki; Mahkemelerde avukatın fonksiyonu zaten sizin
dediğiniz şeyin (yardım talebinizin) mahkemenin (kanunen) ona verdiği görevdir.
Davanın, yargılamanın olduğu her yerde hakim-savcı-avukat da vardır. Hakim-savcı-avukat üçlüsünün olduğu yerde de bir muhakemeleşme durumu kesinlikle vardır. Bu iddianın sahibleri
muhakemenin ve avukatın ne olduğunu tam olarak anlayamamışlardır. Bu kimselerin
muhakeme olunmayıp avukattan vekaletle onların kanunlarının açıklarını
kullanmak süreti ile yardım istenildiğini iddia ettikleri ancak vakiada davalar
incelendiğinde yardım istediği iddia edilen avukatın ve tabiki kendisinin
mahkemenin üç ayağından biri olan (hakim!-savcı(davacı)-avukat(davalı) davalı
konumunda (düştüğü) oldukları açıkça görülmektedir.
Burada şunu belirtmek gerekir, tutuklu olarak mahkemeye
götürülen kişiye (siyasi tutuklular) “baro” bir avukat ataması yapmaktadır. Ve
kişiden “buna vekalet verip – vermemek istediğine” dair yukarıda görülen
vekalet örneğine imza isterler. Müslümanın bunu azletmesi lazımdır. Şayet kişi
avukatı azletmez ise; yukarıda da belirtildiği gibi “falan filan küfürleri
söylemeyeceksin” meselesi tamamen hezeyandır.
Tağuti
mahkemelere muhakeme olmak üzere avukat tutulmasının küfür olmasının sebebi
kafiri vekil tutmak değil, avukat tağuta muhakeme olurken vekilin aslın yerini
tutması ve ondan önce de avukata muhakeme olmak üzere vekalet verilmesidir.
Kafiri vekil tutma ise işin cinsine göre değişir. Helal bir iş için
vekil tutulursa helal olur. Küfür bir iş için vekil tutulur ise de küfür olur.
Mahkemelerdeki vekalet meselesi; mal alımı satımı, iş takibi, araba alım satımı
gibi meselelerde kafir birisine verilen vekaletin caiz olmasına benzemez.
Şeyh Süleyman b. Sehman’a zaruret altında taguta muhakeme olmak
konusunda sorulduğunda şöyle dedi:
“İkincisi: Taguta muhakeme olmanın küfür olduğunu öğrendikten sonra
sana şöyle denir:
Allah-u Teâlâ kitabında küfrün, öldürmekten daha büyük olduğunu şöyle
zikretti:
“Fitne öldürmekten daha şiddetlidir.”
(Bakara: 191)
Bu ayette geçen “fitne” den kasıt; küfür ve şirktir.
Bil ki! Gerek çölde yaşayan ve gerekse şehirde yaşayanların hepsinin,
birbirleriyle ta yok oluncaya kadar savaşmaları, İslam şeriatına ve Rasûlullah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in getirdiği hükümlere muhalefet eden ve başka
hükümlerle hükmeden tagutu, aralarındaki ihtilafı çözme konusunda hakem tayin
etmelerinden daha ehvendir.
Üçüncüsü: Eğer muhakeme olmak küfürse ve ihtilaf dünya içinse, o zaman
nasıl olur da dünya için küfre girersin?
O halde Allah-u Teâlâ ve rasulü her şeyden daha sevgili olmadıkça hiç
kimse iman etmiş olmaz. Aynı şekilde Rasûlullah(s.a.v), kendi çocuğundan,
babasından ve bütün insanlardan daha sevgili olmadıkça hiç kimse iman etmiş
olmaz.
Bütün dünyan gitse de
tagutun mahkemesine muhakeme olmak senin için asla caiz olmaz.
Şayet sana ya elindeki
her şeyi vereceksin veya taguta muhakeme olacaksın denilirse, sana farz olan
şey; elindeki her şeyi vermen fakat taguta asla muhakeme olmamandır. (Eddureru’s
Seniye Mürtedin hükmü bölümü s: 275)
Netice olarak kişinin zaten İslam’da olmayan avukatlık kurumunu
reddetmesi, “Sizin mahkemenizi / muhakeme etmenizi / nihai kararlarınızı
tanımıyorum” diyerek ağzını kapatması ve Rabbisine tevekkül etmesi
en isabetli yoldur.
İşte, avukat tutmak doğrudan doğruya muhakeme olmayı kabul etmek
demektir. Tağuti kanunlardan muhakeme olmayı peşinen kabullenmektir. Bu
noktadan sonra Allah (cc)’nin kendi kitabından başka kanunlara muhakeme olmak
hususundaki ayetlerindeki emirler Allah u alem daha iyi anlaşılır.
Allah (cc) şöyle buyuruyor:
“Sana indirilene ve senden önce indirilene gerçekten inandıklarını öne
sürenleri görmedin mi? Bunlar, tağut'un önünde muhakeme olmayı istemektedirler;
oysa onu reddetmekle emrolunmuşlardır. Şeytan onları uzak bir sapıklıkla
sapıtmak ister.” (Nisa: 60)
Bu konuya, bu ve benzeri ayetlerin tamamı sarih birer delil teşkil
etmektedirler.
Hamd sadece Allah’a dır (celle celaluhu).