ﺑﺴﻢﺍﻟﻟﻪ ﺍﻠﺮﺣﻤﻦ ﺍﻟﺮﺣﻴﻢ
SENET
İMZALAMANIN HÜKMÜ
Mühür ve imza kabul
bildirir:
Rasulullah (sav)a hükümdarlara gönderdiği mektupların
kendisine ait olduğunun bilinmesi ve karşı tarafın gönderilen mektuba itibar
etmesi için kendisine ait bir mühür kullanması gerektiği bildirildi. Rasulullah
(sav) ‘de, üzerinde “Allah’ın Rasulü Muhammed” yazılı gümüşten
bir mühür edindi. Bundan sonra Rasulullah (sav) gönderdiği bütün tebliğ
mektuplarında bu mührü kullandı. Bu olaydan çıkarılacak mühim dersler vardır.
Bunlar:
1)
İslam’a aykırı
olmaması şartıyla, diğer milletlerce kabul edilen bazı uluslararası protokol
kaidelerine uymak İslam akidesine zarar vermez. Bu, kâfirlere benzeme kapsamına
girmez.
2)
Rasulullah (sav)
in, gönderdiği mektupları kendi eliyle yazmamasına rağmen, altlarına mührünü
basması, bu mektupların kendisine ait olduğunu ve içindeki her şeyi kabul
ettiğini gösterir. Zamanımızda kullanılan; imza, kaşe, parmak izi gibi
işaretler de aynı manayı ifade eder. Yazılı bir kâğıdın altına imza, mühür
kaşe, parmak izi veya insanlar arasında kabul manasına gelen herhangi bir
işaret konulduğunda; o kâğıtta yazılı olan her şey işareti koyan kişiyi bağlar
ve bu işaret o kişinin metin içinde yazılan her şeyi kabul ettiğini gösterir.
İşte bu sebeple Müslümanların, yazılı herhangi bir kâğıdın altına imza atmadan
önce onu çok iyi okumaları ve İslam akidesine aykırı yazıların altına kesinlikle
imza atmamaları gerekir.
Bazı kimseler İmam
eş-Şafii’nin yazıya değil söze itibar edilir dediğini dolayısıyla küfür içerikli
metinlerin altına imza atmanın bir sakıncası olmadığını ileri sürerler. Said
Havva gibileri bu kanaattedirler. Hâlbuki bu âlim geçinen cahiller İmam
Şafi’nin bu fetvasının küfür ihtiva eden metinlere imza atmakla değil boşanma
(talak) meselesiyle alakalı olduğunun ya farkında değildirler veyahut bilerek
konuyu saptırmaktadırlar.
Meselenin aslı ise şudur:
Fakihler arasında yazı ile
yapılan talakın geçerliliği tartışılmış ve hepsi bunun geçerli olduğunda
ittifak etmekle birlikte meselenin ayrıntılarında ihtilaf etmişlerdir. İçinde
Şafiilerin de bulunduğu cumhur eğer boşanma niyetiyle yazılmışsa talakı ifade
eden herhangi bir ifadenin yazılması boşanmaya sebep olur demişlerdir. Ve buna
delil olarak da aynı bizim yukarda getirdiğimiz delili yani Rasulullah (sav)
‘in hükümdarlara gönderdiği mektupları zikretmişlerdir. Ayrıca şeriatta birçok
işin - borçta olduğu gibi- yazıyla sabit olmasını da görüşlerine dayanak olarak
almışlardır. Hanefiler de aynı kanaatte olmasına karşın yazının talaka
sebebiyet verebilmesi için kişinin hanımının ismi ve adresinin açıkça yazılı
olduğu bir mektup yazmış olmasını şart koşarlar. Yani Hanefiler farklı bir
görüş ortaya atmamış sadece istismarların önüne geçebilmek için işi biraz sıkı
tutmuşlardır. Görüldüğü gibi bu meselede bunlara delil olacak bir şey olmadığı
gibi yazının söz hükmünde olmasının icmayla sabit olması böyle düşünen
kimselerin aleyhine açık bir hüccettir. Küfür içeren yazılarla alakalı olarak
ne İmam önüne geçme endişesiyle ortaya atılan bir görüş olarak değerlendirilebilir.
Fakat hiçbir zaman küfür muhtevalı kâğıtlara imza atılabileceği anlamına
gelmez. Bu meseleyi kamera çekimleri veya fotoğraf şer’i mahkemede delil olarak
kullanılabilir mi konusuna benzetebiliriz. Neticede hırsızlık görüntüleri
içeren bir video filmi, filimde görünen şahısların elinin kesilmesi için
yeterli delil değildir. En azından görüntülerin montaj olmadığı, orijinal
olduğu
ispatlanana kadar bu böyledir.
Fakat bunun böyle olmasının hırsızlığın caiz olduğu anlamına gelmeyeceği
açıktır. İmza meselesi de bu şekildedir. Küfür yazılı bir metnin altında imzası
olan şahıs bu yazı bana ait değildir, bu belge sahtedir vs diyerek belki
kadının vereceği cezadan kurtulabilir fakat Allahın azabından kurtulamaz. İnsanlar
onu Müslüman zannetse bile Allah katında kâfirdir. Kısacası münafıklarla aynı
hükmü alır.
Günümüzde küfür muhtevalı
sözleşme, senet gibi şeyler sık sık karşımıza çıkmaktadır. Küfürden kastımız
ihtilaf vukuunda filanca mahkeme yetkilidir vb ifadelerdir. Tabi durumuna göre
başka küfür sözleri de çıkabilmektedir ama en yaygını ihtilaf vukuunda yetkili
olan mahkemeyi belirleyen bu tip ifadelerdir ki bu tarz maddeler ihtiva eden
sözleşmelere imza atmanın küfür olduğu açıktır. Çünkü bu, ihtilaf halinde Allah
ve Rasulunu hakem tayin etmeyle alakalı birçok ayeti kerimenin tam zıddını
ifade eden bir sözdür. Mevcut mahkemelerin ise Allah ve resulünün
getirdiklerine zıt tağuti merciler olduğu ise açıktır. Dolayısıyla böyle bir
hükmü tasdik etmek tam manasıyla bu ayetleri inkâr manasına gelmektedir.
Hatırlatma kabilinden bu ayetlerin bir kısmını burada zikredelim:
Allah (cc) şöyle
buyuruyor:
“İhtilâf ettiğiniz
herhangi bir şey hakkında da hüküm Allaha aittir, işte o Allah benim Rabbim ben
ona dayanmaktayım ve hep ona sığınırım.”
(Şura:10)
“Ey iman edenler, Allah'a
itaat edin, peygambere de itaat edin, sizden olan yetkililere de. Sonra bir
şeyde anlaşmazlığa düştünüz mü, hemen Allah'a ve Peygamberine arz edin onu,
eğer Allah'a ve ahiret gününe gerçekten inanan müminler iseniz. Bu hem hayırlı
hem de netice itibariyle daha güzeldir.” (Nisa:59)
“Hayır, Rabbine and olsun
ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin
hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla
kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.”
(Nisa:65)
Her kim bu tip sözleşmelerin altına ikrah vb şer’an
geçerli bir mazeret olmadan imza atarsa veya sözleşme hükümlerini kabul
ettiğini gösteren herhangi bir fiilde bulunursa -örneğin bilgisayar ortamında
kabul ediyorum tuşuna basmak gibi- kâfir olur; imanı ve nikâhı gider. Zaruret
olduğu iddia edilen bir takım şeyler, ticari menfaatler vs ise aslında şer’i
zaruret değil şeytanın vesvesesi kapsamındadır. İman böyle dünyalık şeyler için
feda edilebilecek kadar basit bir şey değildir. Günümüzde bu tarz sözleşmeler
her alanda karşımıza çıkmaktadır. Elektrik, su, doğalgaz, telefon gibi temel
ihtiyaçlardan tutun da banka hesabı açma, taksitli alışveriş gibi ticari
muamelelere kadar birçok sahada Müslümanlara böyle sözleşmeler dayatılmaktadır.
Bunu Allahın bir imtihanı olarak görüp sabretmek gerekmektedir. Gerçi bu konuda
bazı çözüm yolları gündeme gelmektedir. Örneğin sözleşmeyi, küfür içeren
maddeleri silmek, karalamak, tahrif etmek gibi yollarla iptal ettikten sonra
imzalamak bunlardan bir tanesidir. Ancak bu tip ara formüllerin İslami açıdan
ne kadar sıhhatli olduğu da tartışma konusu olmaktadır. Bazıları bunu bir tip
hileyi şer’iye olarak görüp kişinin kendini kandırması olarak
değerlendirmektedir. Bizim kanaatimiz bunun en azından küfür olmadığı
noktasındadır çünkü bu şekilde küfür olan bir metin imzalanmış olmamaktadır.
Ancak şüpheli şeylerden, kalbe rahatsızlık veren durumlardan kaçınmak ise her
halükarda en evla olandır. Bu tip çözümleri kişinin kendi kendini kandırması
olarak gören başka bir kesimse bu noktadan farklı bir sonuca varmaktadır.
Bunlara göre küfür olan bölümü ister sil, ister silme değişen bir şey yoktur
karşıdaki kendi istediği şeyi imzalatmış olmaktadır. Fakat bu
şahıslar bunu dedikten sonra işi “madem ikisinin de
bir farkı yok, o zaman imzalayın gitsin” demeye getirmektedirler. İkisinin
arasında bir fark yoksa yapılacak iş ikisini de imzalamamaktır. Diğeri ise
şeytanın bu işi meşrulaştırmak için attığı bir vesvesedir. Bu konuda akla gelen
evhamlardan biri de “ben nasıl olsa bu parayı ödeyeceğim dolayısıyla mahkemeyle
bir işim olmayacak, o yüzden mahkemeyi yetkili olarak kabul etmemin bir zararı
yoktur” şeklindedir veya buna benzer değişik vehimler mevcuttur. Bazıları da
özellikle elektronik ortamdaki sözleşmelerde karşıda bir muhatabın olmamasından
dolayı bu sözleşmeleri kabul etmenin bir zararı olmayabilir şeklinde vehimlere
kapılmaktadırlar.
Bütün bu vesveselere
verilecek toplu cevap şudur: “Bu sözleşmeleri imzalamanın küfür olmasının
nedeni sözleşmenin şu veya bu özelliği değil el-fazı küfür içeriyor olmasıdır. O küfür lafızları sözleşmenin içinde olduğu müddetçe imza atmanın küfür olması hükmü devam eder.