إثبات وصف الشرك مع الجهل وقبل قيام الحجة الرسالية
Nebevi
Hüccetin İkamesinden Önce Cehalet Durumuna Rağmen Şirk Sıfatının
Geçerli Olduğuna Dair Deliller -1
الدليل الأول: قوله -تعالى-: (وَإِنْ أَحَدٌ مِّنَ الْمُشْرِكِينَ اسْتَجَارَكَ فَأَجِرْهُ حَتَّى يَسْمَعَ كَلاَمَ اللهِ ثُمَّ أَبْلِغْهُ مَأْمَنَهُ ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ قَوْمٌ لاَّ يَعْلَمُونَ). [التوبة: 6].
Birinci
Delil: Allah’ın (c.c) şu sözüdür:
“Eğer
müşriklerden biri senden eman dilerse, Allah’ın kelamını
işitip dinleyinceye kadar ona eman ver, sonra (Müslüman olmazsa)
onu güven içinde bulunacağı bir yere ulaştır. İşte böyle
(kâfirlikte ısrar etmeleri) onların, bilmeyen bir kavim
olmalarından dolayıdır.” (Tevbe 9/6)
قال الإمام الطبري: يقول -تعالى ذكره- لنبيه وإن استأمنك يا محمد من المشركين الذين أمرتك بقتالهم وقتلهم بعد انسلاخ الأشهر الحرم أحد ليسمع كلام الله منك وهو القرآن الذي أنزله الله عليه "فأجره": يقول: فأمّنه حتى يسمع كلام الله وتتلوه عليه ثم أبلغه مأمنه، يقول: ثم رده بعد سماع كلام الله إن هو أبى أن يسلم ولم يتعظ بما تلوته عليه من كلام الله فيؤمن إلى مأمنه .... (ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ قَوْمٌ لاَّ يَعْلَمُونَ). يقول: تفعل ذلك بهم من إعطائك إياهم الأمان ليسمعوا القرآن وردك آياهم إذا أبوا الإسلام إلى مأمنهم من أجل أنهم: قوم جهلة لا يفقهون عن الله حجة، ولا يعلمون ما لهم بالإيمان بالله لو آمنوا، وما عليهم من الوزر والإثم لتركهم الإيمان بالله اهـ.
İmam Taberi
bu ayeti şöyle tefsir ediyor:
“Allah
(c.c) elçisine diyor ki:
Ey Muhammed
haram aylar çıktıktan sonra kendileriyle savaşmanı ve öldürmeni
emrettiğim müşriklerden biri, Allah’ın sana indirdiği Kur’an
olan Allah’ın kelamını dinlemek için senden eman dilerse “ona
mühlet ver”:
Allah’ın
kelamını dinleyinceye ve sen ona okuyuncaya kadar kendisine eman
ver. Sonra da gideceği yere ulaştır. Yani diyor ki:
Sonra da
Allah’ın kelamını dinledikten sonra şayet Müslüman olmaz ve
kendisine okuduğun Allah’ın kelamından etkilenip, kabul etmezse
onu güven içinde yerine ulaştır....
“Bu
onların bilmeyen bir kavim olmalarından dolayıdır”
Yani; onlara
eman vererek böyle davranacaksın ki Kur’an’ı dinlesinler.
İslâm’ı reddettiklerinde onları yerlerine ulaştırman ise
şundandır:
Çünkü
onlar cahil bir kavim olup Allah’ın hiçbir delilini
kavrayamazlar. Bunun gibi, şayet Allah’a iman edecek olurlarsa bu
imandan dolayı kendilerinin lehine olanla Allah’a iman etmeyi terk
etmekten kaynaklanan günah ve eğrilik nevinden aleyhlerine olanı
da bilemezler.” (Taberi Terc., 2/778. 26)
وقال الإمام البغوي: (حَتَّى يَسْمَعَ كَلاَمَ اللهِ). فيما له وعليه من الثواب والعقاب ... (ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ قَوْمٌ لاَّ يَعْلَمُونَ). أي: لا يعلمون دين الله وتوحيده فهم محتاجون إلى سماع كلام الله. قال الحسن: هذه الآية محكمة إلى قيام الساعة اهـ.
İmam Bağavi
diyor ki:
“Allah’ın
kelamını duyuncaya kadar.”
Yani sevap ve
ikap olarak kendisinin leh ve aleyhinde nelerin olduğunu...
“Bu
onların bilmeyen bir kavim olmaları sebebiyledir.”
Yani onlar
Allah’ın dinini ve tevhit edilmesini bilmiyorlar. Bu nedenle
onlar, Allah’ın kelamını dinlemeye muhtaçtırlar. Hasan (r.a),
bu ayet, kıyamete kadar muhkemdir demiştir.”
وقال الإمام الشوكاني في تفسيره: (بِأَنَّهُمْ قَوْمٌ لاَّ يَعْلَمُونَ)، أي: بسبب فقدانهم للعلم النافع المميز بين الخير والشر في الحال والمآل اهـ.
قلت:
فهذا
النص القرآني المحكم في دلالته يثبت في
وضوح حكم الشرك مع الجهل الشديد المطبق
في وقت اندرست فيه الشرائع، وطمست فيه
السبل، واشتدت الفتن حتى إذا أخرج العبد
يده فيها لم يكد يراها من شدة الظلمات
لذلك سميت بالجاهلية لكثرة الجهالات.
İmam Şevkani
tefsirinde şöyle diyor:
“Onların
bilmeyen bir kavim olmaları...”
Yani, onların
her halükarda hayır ile şerrin arasını ayıran faydalı ilmi
yitirmiş olmaları sebebi ile.”
İşte,
Kur’an’ın delaletinde muhkem olan bu nassı, açık bir şekilde,
şeriatların izinin yok olduğu ve doğru yolun izlerinin silindiği
bir vakitte, sürekli ve aşırı cehalet haline rağmen şirk
hükmünün geçerli olduğunu isbat ediyor. Öyleki fitneler o kadar
yayılmış bir durumdadır ki, kişi elini uzattığında karanlığın
şiddetinden neredeyse onu göremeyecek olur ve nitekim, cehaletin bu
denli çok oluşundan dolayıdır ki cahiliye diye nitelenmiştir.
قال الإمام النووي تعليقاً على حديث ابن جدعان: وأما الجهالية فما كان قبل النبوة سمّوا بذلك لكثرة جهالتهم
صحيح
مسلم جـ: 3 ص:
87
İmam Nevevi,
İbni Cüd’an hadisine yaptığı yorumda:
Cahiliyet'le
kastedilen, nübuvetten önceki dönemdir. Onların cahilliğinin çok
aşırı oluşundan dolayı bu şekilde isimlendirilmişlerdir,
demektedir. (Sahih-i Müslim, 3/87. *Kütüb-i Sitte, 2/546; Müslim
Terc., Had. No: 365,2/245)
وقال
ابن تيمية موصّفاً إياها اعلم أن الله
أرسل محمداً إلى الخلق وقد مقت أهل الأرض
عربهم وعجمهم إلا بقايا من أهل الكتاب
ماتوا -أو
أكثرهم- قبل
مبعثه، والناس إذ ذاك أحد رجلين:
إما
كتابي معتصم بكتاب -إما
مبدّل، وإما منسوخ-
وإما
بدين دارس بعضه مجهول وبعضه متروك، وإما
أُمّي من عربي وعجمي مقبل على عبادة ما
استحسنه وظن أنه ينفعه من نجم أو وثن أو
قبر أو تمثال أو غيره ذلك.
والناس
في جاهلية جهلاء من مقالات يظنونها علماً
وهي جهل. وأعمال
يحسبونها صلاحاً وهي فساد وغاية البارع
منهم علماً وعملاً أن يُحصّل قليلاُ من
العلم الموروث عن الأنبياء المتقدمين
مشوب بأهواء المبدلين والمبتدعين قد
اشتبه عليه حقه بباطله، أو يشتغل بعلم
القليل منه مشروع وأكثره مبتدع لا يكاد
يُؤثّر في صلاحه إلا قليلاً وأن يكدح
بنظره نظر المتفلسفة فتذوب مهجته في
الأمور الطبيعية والرياضية وإصلاح الأخلاق
حتى يصل إن وصل بعد الجهد الذي لا يوصف
إلى نزر قليل مضطرب لا يروي غليلا ولا
يشفي عليلا ولا يغني من العلم الإلهي
شيئاً، باطله أضعاف حقه -إن
حصل- وأنّى
له ذلك مع كثرة الاختلاف بين أهله والاضطراب
وتعذر
الأدلة عليه والأسباب اهـ.
اقتضاء
الصراط المستقيم ص:
2.
İbni Teymiye
cahiliyeyi tavsif ederken şöyle diyor:
“Bilinmelidir
ki şüphesiz Allah, Muhammed’i mahlukata elçi olarak gönderirken
yeryüzünün, onun gönderilişinden önce ölen yahut büyük bir
kısmı ölmüş olan ehl-i kitaptan geriye kalanlar dışındaki
Arab’ıyla acemiyle (arap olmayan) bütün halkı, nefretine
müstahak bir şekilde Allah’ın gazabına maruz kalmış bir
haldeydi. (*Bu konuda bkz. Müslim Terc., H. No: 2865, Bab No: 16,
11/6928)
O dönemde
insanlar şu iki konumun birinde bulunuyorlardı:
1 - Bu
insanlar, ya bir kitaba sarılmış ehl-i kitap idi. Artık
sarıldıkları bu kitap ister tebdil edilmiş olsun ister mensuh
olsun fark etmez. Yahut da bir kısmının izleri kaybolmuş,
dolayısıyla meçhul hale gelmiş ve bir kısmı da metruk olan bir
dine sarılmış durumdaki kitabiler idi.
2 - Bu gruba
girenler ise Arabıyla acemiyle ümmilerden oluşuyordu. Bunlar
yıldız, heykel, kabir, anıt ve sair hoşlarına giden ve
kendilerine yarar sağlayacağını sandıkları çeşitli nesnelere
tapıyorlardı.
Ne var ki bu
insanların tümü koyu bir cahiliye içinde bulunuyordu. Bu derin
bilgisizlik içinde, esasen koyu bir cehalet örneği olan birtakım
sözleri ilim, sırf fesat olan birtakım davranışları ise güzel
ve salih amel sanıyorlardı. Onların ilim ve amelce seçkin olan
simalarının gayesi, ya geçmiş peygamberlerden miras kalan ve
fakat bozguncu ve bid’atçi kimselerin hevasıyla, içinde hak ve
batılın birbirine karıştığı, bulanık ilimden bazı bilgi
kırıntıları elde etmekti. Yahut da bunlar, az bir kısmı meşru,
çoğu ise uydurma bir ilimle uğraşıyorlardı. Ki bu ilim,
sahibine ancak çok az bir fayda verebilirdi. Söz konusu kişiler
filozofik bir tavırla kendileri bazında faydalı olmaya
çalışıyorlardı. Bu bağlamda gayretleri, birtakım tabiat,
matematik ve ahlaki hususlarda kaybolup gidiyordu. Hem de susuzu
kandıramayıp, hastaya şifa veremeyen ve ilahi ilimden bir şey
sağlayamaz durumdaki basit bir cehdin akabinde. Çünkü elde
edilebilse bile batıl kısmının oranı hak kısmının oranından
kat kat fazla idi. O da şayet bu tarz ile elde edilip
ulaşılabilirse...
Nasıl
ulaşılabilirdi ki; bu insanlar arasında birçok ihtilaf ve derin
ayrılıklar vardı. Bunun yanında, delil ve gerekçeler asıl
konudan çok uzak bir yerdeydi” (İktidau Sırat’ıl-Müstakim,
2. * Sıratı Müstakim Terc., 1/ 9-10)
الدليل الثاني: قوله -تعالى-: (لَمْ يَكُنِ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ وَالْمُشْرِكِينَ مُنفَكِّينَ حَتَّى تَأْتِيَهُمُ الْبَيِّنَةُ). [البينة: 1].
İkinci
delil:
Allah’ın
(c.c)şu sözüdür:
“Apaçık
delil kendilerine gelinceye kadar ehl-i kitaptan ve müşriklerden
inkarcılar küfürden ayrılacak değillerdi.” (Beyyine98/1)
قال ابن تيمية: وممن ذكر هذا أبو الفرج بن الجوزي. قال: (لَمْ يَكُنِ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ). اليهود والنصارى (وَالْمُشْرِكِينَ) وهم عبدة الأوثان (مُنفَكِّينَ) أي منفصلين وزائلين ... والمعنى لم يكونوا زائلين عن كفرهم وشركهم حتى أتتهم البينة. لفظه لفظ المستقبل ومعناه: الماضي والبينة الرسول وهو محمد، صلى الله عليه وسلم، بيّن لهم ضلالهم وجهلهم ... ولفظ البغوي نحو هذا قال: لم يكونوا منتهين عن كفرهم وشركهم .. (حَتَّى تَأْتِيَهُمُ الْبَيِّنَةُ). لفظه مستقبل ومعناه: الماضي أي حتى أتتهم البينة -الحجة الواضحة- بعني محمداً أتاهم بالقرآن فبين لهم ضلالتهم وجهالتهم ودعاهم إلى الإيمان، فأنقذهم الله به من الجهل والضلالة اهـ.
جـ:
16 ص:
483، 486
لمجموع
الفتاوى
İbni Teymiye
diyor ki:
Bunu
anlatanlardan biri Ebul-Ferec İbni Cevzi’dir. O diyor ki:
“Kitap
ehlinden küfr edenler olmadı”
Yahudi ve
Hristiyanlar “ve müşriklerden”
onlar putlara tapanlardır “münfekkine”
yani ayrılan, vazgeçenler... bunun manası şu demektir:
Onlara
beyyine gelinceye kadar küfür ve şirklerinden vazgeçecek
değildirler. Ayetin lafzı, gelecek (müstakbel), ancak manası,
geçmişe (mazi) aittir. Beyyine (delil) ise elçidir. O da
Muhammed’dir (sallallahu aleyhi ve sellem). Ki onlara dalalet ve
cehaletlerini beyan etmiştir...
Beğavi’nin
ifadesi de buna yakındır, diyor ki:
Küfür ve
şirklerine son vermezler.
“Onlara
beyyine gelinceye kadar.”
Bu ayetin
lafzı müstakbel fakat manası maziye dönüktür. Yani onlara açık
delil (beyyine) gelinceye, başka bir ifade ile Muhammed (sallallahu
aleyhi ve sellem) kendilerine Kur’an’la gelip dalalet ve
cehaletlerini açıklayarak onları imana çağırıncaya ve
dolayısıyla Allah (c.c) da onları cehalet ve dalaletten
kurtarıncaya kadar demektir. (Mecmu’ul-Feteva, 16/483-486)
وقال
الشوكاني: قال
الواحدي: ومعنى
الآية إخبار الله -تعالى-
عن
الكفار أنهم لن ينتهوا عن كفرهم وشركهم
بالله حتى أتاهم محمد، صلى الله عليه
وسلم، بالقرآن، فبين لهم ضلالتهم وجهالتهم
ودعاهم إلى الإيمان وهذا بيان عن النعمة
والإنقاذ به من الجهل والضلال اهـ.قلت:
وهذه
الآية تنص بوضوح على إثبات وصف الشرك
والكفر قبل البعثة المحمدية والحجة
القرآنية، ويلاحظ اقتران وصفي الجهل
والشرك في عبارات السلف وهذا مع وصف القرآن
لهم بالجهل والغفلة في الكثير الكثير من
الآيات على سبيل المثال لا الحصر قوله
-تعالى-:
(هُوَ
الَّذِي بَعَثَ فِي الْأُمِّيِّينَ
رَسُولاً مِّنْهُمْ يَتْلُو عَلَيْهِمْ
آيَاتِهِ وَيُزَكِّيهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ
الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَإِن كَانُوا
مِن قَبْلُ لَفِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ).
[الجمعة:
2].
Şevkani diyor ki:
Vahidi şöyle demiştir:
“Allah (c.c) kâfirlerin, Resulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem) kendilerine Kur’an ile gelip, dalalet
ve cehaletlerini açıklayarak onları imana çağırıncaya kadar
küfür ve şirklerine son vermeyeceklerini haber vermektedir. Bu ise
nimeti beyan edip böylece cehalet ve dalaletten selamete
erdirmektir.”
Bu ayet, Muhammed’in (sallallahu
aleyhi ve sellem) gönderilmesinden ve Kur’anî delillerin
indirilişinden önce, şirk ve küfür vasfının insanlar için
geçerli olduğuna gayet açıklıkla delalet etmektedir. Nitekim
selefin ibarelerinde cehalet ve şirk sıfatları hep bir arada
işlenmektedir. Esasen Kur’an’ın onları cehalet ve gafletle
nitelemesi gerçekten sayılamayacak kadar çok yerde geçmektedir.
Sözgelimi şu ayet onlardan sadece biridir:
“Çünkü
ümmiler arasından kendilerine ayetlerini okuyan, onları
temizleyen, onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir peygamber
gönderen O’dur. Halbuki onlar önceden apaçık bir sapıklık
(dalal) içindeydiler” (Cuma 62/2)
قال
الطبري: .... يقول
-تعالى
ذكره-: وقد
كان هؤلاء الأميون من قبل أن يبعث الله
فيهم رسولاً منهم في جور عن قصد السبيل،
وأخذ على غير هدي مبين، يقول:
يبين
لمن تأمله أنه ضلال وجور عن الحق وطريق
الرشد اهـ.
Taberi diyor ki:
...Şanı yüce Rabbimiz diyor ki:
O ümmiler, Allah onlara kendilerinden
bir elçi göndermeden önce, doğru yola tabi olmaktan sapmış ve
apaçık hidayete sarılmaktan çok uzak bir durumdaydılar. Yani
ümit ve arzuları, hak ve doğru yoldan sapma ve dalalet olan
kimseler için açıklıyor demektir. (Taberi Terc., 6/2522)
وقال ابن كثير: ... فبعثه الله -سبحانه وتعالى- وله الحمد والمنة على حين فترة من الرسل، وطموس من السبل، وقد اشتدت الحاجة إليه، وقد مقت الله أهل الأرض عربهم وعجمهم إلا بقايا من أهل الكتاب، أي نذراً يسيراً مما بعث الله به عيسى بن مريم اهـ.
İbni Kesir ise:
Nebi’yi (sallallahu aleyhi ve sellem)
Allah (c.c) gönderdi -bundan dolayı O’na hamd ve sena olsun
Çünkü elçilerin arası kesilmiş,
doğru yolun izleri kaybolmuş ve onlara şiddetle ihtiyaç hasıl
olmuştu. Dahası Allah (c.c) yeryüzü halkının Meryem oğlu
İsa’nın getirmiş olduğu değerlere müntesip az bir kısmı
dışında Arabi olsun, acemi olsun hepsine gazap etmişti, demiştir.
(İbn Kesir Terc., 14/7879)
قلت: وقد يقول قائل: إن حكم الشرك ثابت لأصحابه قبل بعثة النبي، صلى الله عليه وسلم، بسبب أن الحجة الرسالية كانت قائمة عليهم، والجهل والغفلة التي كانوا فيها بسبب إعراضهم عن الحجة وليس بسبب فقدها.أقول وبالله تعالى التوفيق: إن كلام السلف السالف ذكره يرد هذا الظن لنصهم على توصيف هذا الوقت بأنه كان وقت فترة من الرسل، وطموس من السبل، ومع هذا أسوق آيتين من كتاب الله يدلان على فقد الحجة الرسالية قبل بعثته، صلى الله عليه وسلم، للعرب والعجم.
Kimisi şöyle diyebilir:
Şüphesiz Nebi’nin (sallallahu aleyhi
ve sellem) gönderilişinden önce onlar için şirk (müşrik olmak)
hükmü zaten sabit idi. Çünkü onlar hakkında nebevi risaletin
delilleri tamamen kaim (geçerli) idi. Onların içinde bulunduğu
cehalet ve gaflet ise, o delillerin yok olması değil, aksine
bunlardan yüz çevirmeleri sebebiyle olmuştu.
Oysa az önce zikri geçen selefin
ifadeleri bu zannı reddetmektedir. Çünkü onlar bu dönemi,
Resullerin arasının kesilmiş olması ve doğru yolun izlerinin yok
olması (fetret) ile nitelemişlerdir. Bununla beraber ben, Allah’ın
kitabından, Resulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem)
bisetinden önce insanlık için nebevi risalet delillerinin yok
olduğuna delalet eden iki ayet vereceğim.