Kim, Allah'ın Kitabı ve Rasulünün Sünneti dışında bir şeye başvurarak, ona muhakeme olursa, tağuta muhakeme ve kafir olmuştur



بسم الله الرحمن الرحيم



Sana indirilene ve senden önce indirilene gerçekten inandıklarını öne sürenleri görmedin mi? Bunlar, tağut’a muhakeme olmayı istemektedirler; oysa onlar onu reddetmekle emrolunmuşlardır. Şeytan da onları uzak bir sapıklıkla sapıtmak ister. (Nisa 60)



Bu bölümde inşallah tağuta muhakemenin küfür ve şirk oluşunun Kitap, sünnet ve selefin asarında yer alan asıllarını, yani delillerini ortaya koyacağız. Eğer ki Kuran ve Sünneti hevamıza göre değil de selefin fehmiyle anlayacaksak, Allah Rasulu (sallallahu aleyhi ve sellem)’in övdüğü ilk üç hayırlı nesil olan selef-i salihin, hiçbir istisna getirmeksizin tağuta muhakeme olanları tekfir etmiştir. Aşağıdaki nakilleri okuduğumuz zaman bu husus daha net anlaşılacaktır inşallah.

Müfessirlerin imamı İbnu Cerir et-Taberi (rh.a) tefsirinin Nisa: 60. Ayet ile alakalı bölümüne –her zaman yaptığı gibi- ayetin manasını özet olarak açıklayarak başlamakta ve şöyle demektedir:
 
الْقَوْلُ فِي تَأْوِيلِ قَوْلِهِ تَعَالَى: {أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ يَزْعُمُونَ أَنَّهُمْ آمَنُوا بِمَا أُنْزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ يُرِيدُونَ أَنْ يَتَحَاكَمُوا إِلَى الطَّاغُوتِ وَقَدْ أُمِرُوا أَنْ يَكْفُرُوا بِهِ وَيُرِيدُ الشَّيْطَانُ أَنْ يُضِلَّهُمْ ضَلَالًا بَعِيدًا} [النساء: 60] يَعْنِي بِذَلِكَ جَلَّ ثَنَاؤُهُ: {أَلَمْ تَرَ} [البقرة: 243] يَا مُحَمَّدُ بِقَلْبِكَ فَتَعْلَمَ إِلَى الَّذِينَ يَزْعُمُونَ أَنَّهُمْ صَدَّقُوا بِمَا أُنْزِلَ إِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ , وَإِلَى الَّذِينَ يَزْعُمُونَ أَنَّهُمْ آمَنُوا بِمَا أُنْزِلَ مِنْ قَلْبِكَ مِنَ الْكُتُبِ {يُرِيدُونَ أَنْ يَتَحَاكَمُوا} [النساء: 60] فِي خُصُومَتِهِمْ {إِلَى الطَّاغُوتِ} [النساء: 60] يَعْنِي: " إِلَى مَنْ يُعَظِّمُونَهُ , وَيَصْدُرُونَ عَنْ قَوْلِهِ , وَيَرْضَوْنَ بِحُكْمِهِ مِنْ دُونِ حُكْمِ اللَّهِ , {وَقَدْ أُمِرُوا أَنْ يَكْفُرُوا بِهِ} [النساء: 60] يَقُولُ: " وَقَدْ أَمَرَهُمُ اللَّهُ أَنْ يُكَذِّبُوا بِمَا جَاءَهُمْ بِهِ الطَّاغُوتُ الَّذِي يَتَحَاكَمُونَ إِلَيْهِ , فَتَرَكُوا أَمْرَ اللَّهِ , وَاتَّبَعُوا أَمْرَ الشَّيْطَانِ. {وَيُرِيدُ الشَّيْطَانُ أَنْ يُضِلَّهُمْ ضَلَالًا بَعِيدًا} [النساء: 60] يَعْنِي أَنَّ الشَّيْطَانَ يُرِيدُ أَنْ يَصُدَّ هَؤُلَاءِ الْمُتَحَاكِمِينَ إِلَى الطَّاغُوتِ عَنْ سَبِيلِ الْحَقِّ وَالْهُدَى , فَيُضِلَّهُمْ عَنْهَا ضَلَالًا بَعِيدًا , يَعْنِي: فَيَجُورُ بِهِمْ عَنْهَا جَوْرًا شَدِيدًا، وَقَدْ ذُكِرَ أَنَّ هَذِهِ الْآيَةَ نَزَلَتْ فِي رَجُلٍ مِنَ الْمُنَافِقِينَ دَعَا رَجُلًا مِنَ الْيَهُودِ فِي خُصُومَةٍ كَانَتْ بَيْنَهُمَا إِلَى بَعْضِ الْكُهَّانِ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ وَرَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بَيْنَ أَظْهُرِهِمْ ذِكْرُ مَنْ قَالَ ذَلِكَ:

“Görmedin mi” Bu hitap tıpkı Bakara: 243. Ayette olduğu gibi “Ey Muhammed! Kalbinle görmedin mi, bilirsin anlamındadır. Yani sen Sana indirilen kitabı ve senden önce indirilen kitapları tasdik ettiklerini iddia edenleri bilirsin. Onlar aralarındaki husumetlerde “tağuta muhakeme olmak istiyorlar” Tağuttan kasıd tazim ettikleri, sözüne itibar ettikleri Allahın hükmünün dışında verdikleri hükümlerden razı oldukları kimselerdir. “Halbuki onu reddetmekle emrolunmuşlardı” Yani diyor ki “Allah o hükmüne başvurdukları Tağutun getirdiği şeyleri inkar etmelerini emretmişti. Onlar ise Allahın emrini terk edip şeytanın emrine uydular. “Şeytan ise onları derin bir sapıklığa itmek istiyor” Yani şeytan bu tağuta muhakeme olanları hak ve hidayet yolundan alıkoymak ve uzak bir sapıklıkla onları o yoldan saptırmak yani şiddetli bir dönüşle döndürmek istiyor. Bu ayetin aralarında husumet olan bir münafık ile bir Yahudi hakkında nazil olduğu söylenmiştir. Münafık, -Rasulullah da aralarında yaşadığı halde- yahudiyi bir kâhinin hakemliğine davet etmiş ve bunun üzerine bu âyet nazil olmuştur. Bu hususta zikrolunanlar şunlardır:

حَدَّثَنِي مُحَمَّدُ بْنُ الْمُثَنَّى , قَالَ: ثنا عَبْدُ الْوَهَّابِ , قَالَ: ثنا دَاوُدُ , عَنْ عَامِرٍ , فِي هَذِهِ الْآيَةِ: {أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ يَزْعُمُونَ أَنَّهُمْ آمَنُوا بِمَا أُنْزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ يُرِيدُونَ أَنْ يَتَحَاكَمُوا إِلَى الطَّاغُوتِ} [النساء: 60] قَالَ: " كَانَ بَيْنَ رَجُلٍ مِنَ الْيَهُودِ وَرَجُلٍ مِنَ الْمُنَافِقِينَ خُصُومَةٌ , فَكَانَ الْمُنَافِقُ يَدْعُو إِلَى الْيَهُودِ لِأَنَّهُ يَعْلَمُ أَنَّهُمْ يَقْبَلُونَ الرِّشْوَةَ , وَكَانَ الْيَهُودِيُّ يَدْعُو إِلَى الْمُسْلِمِينَ لِأَنَّهُ يَعْلَمُ أَنَّهُمْ لَا يَقْبَلُونَ الرِّشْوَةَ , فَاصْطَلَحَا أَنْ يَتَحَاكَمَا إِلَى كَاهِنٍ مِنْ جُهَيْنَةَ , فَأَنْزَلَ اللَّهُ فِيهِ هَذِهِ الْآيَةَ: {أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ يَزْعُمُونَ أَنَّهُمْ آمَنُوا بِمَا أُنْزِلَ إِلَيْكَ} [النساء: 60] حَتَّى بَلَغَ: {وَيُسَلِّمُوا تَسْلِيمًا} [النساء: 65]

(Burada önce rivayetin senedini zikretmiştir. Biz sözü uzatmamak adına senedleri hazfederek nakledeceğiz) Âmir eş-Şa'bi diyor ki: "Yahudilerden biri ile münafıklardan bir kişi arasında anlaşmazlık çıktı. Münafık olan kimse, Yahudilerin rüşvet aldıklarını bildiği için onların huzurunda muhakeme olunmak istiyordu. Yahudi ise müslümanların, rüşvet almadıklarını bildiği için onların huzurunda muhakeme olunmak istiyordu. Bu iki kişi Cüheyne kabilesinden bir kâhinin huzurunda muhakeme olmak üzere anlaştılar. İşte bunun üzerine Allah teala bu âyet-i kerimeyi indirdi.”

حَدَّثَنَا ابْنُ الْمُثَنَّى , قَالَ: ثنا عَبْدُ الْأَعْلَى , قَالَ: ثنا دَاوُدُ , عَنْ عَامِرٍ , فِي هَذِهِ الْآيَةِ: {أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ يَزْعُمُونَ أَنَّهُمْ آمَنُوا بِمَا أُنْزِلَ إِلَيْكَ} [النساء: 60] فَذَكَرَ نَحْوَهُ , وَزَادَ فِيهِ: فَأَنْزَلَ اللَّهُ {أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ يَزْعُمُونَ أَنَّهُمْ آمَنُوا بِمَا أُنْزِلَ إِلَيْكَ} [النساء: 60] يَعْنِي الْمُنَافِقِينَ {وَمَا أُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ} [البقرة: 4] يَعْنِي الْيَهُودَ {يُرِيدُونَ أَنْ يَتَحَاكَمُوا إِلَى الطَّاغُوتِ} [النساء: 60] يَقُولُ: " إِلَى الْكَاهِنِ {وَقَدْ أُمِرُوا أَنْ يَكْفُرُوا بِهِ} [النساء: 60] أَمَرَ هَذَا فِي كِتَابِهِ , وَأَمَرَ هَذَا فِي كِتَابِهِ أَنْ يُكْفَرَ بِالْكَاهِنِ "

Şa’bi’den nakledilen başka bir rivayette yukarda anlatılanlara ek olarak şunları zikretmiştir:
“Sana ve senden önce indirilenlere iman ettiklerini iddia edenleri görmez misin?” kavlinde “sana indirilene” iman iddiasında bulunan kişi münafıktır. “Senden önce indirilenlere” iman iddiasında bulunan kişi ise Yahudi’dir. “Tağuta muhakeme olmak istiyorlar” kavlinde bahsedilen “tağut”tan kasıd kahindir. “Halbuki onu reddetmekle emrolunmuşlardı” Zira bu münafığa da diğer Yahudi’ye de kendi kitaplarında kahinleri inkar etmeleri emrolunmuştu.

حَدَّثَنِي يَعْقُوبُ بْنُ إِبْرَاهِيمَ قَالَ: حَدَّثَنَا ابْنُ عُلَيَّةَ , عَنْ دَاوُدَ , عَنِ الشَّعْبِيِّ قَالَ: كَانَتْ بَيْنَ رَجُلٍ مِمَّنْ يَزْعُمُ أَنَّهُ مُسْلِمٌ , وَبَيْنَ رَجُلٍ مِنَ الْيَهُودِ خُصُومَةٌ , فَقَالَ الْيَهُودِيُّ: أُحَاكِمُكَ إِلَى أَهْلِ دِينِكَ , أَوْ قَالَ: إِلَى النَّبِيِّ؛ لِأَنَّهُ قَدْ عَلِمَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَا يَأْخُذُ الرِّشْوَةَ فِي الْحُكْمِ. فَاخْتَلَفَا , فَاتَّفَقَا عَلَى أَنْ يَأْتِيَا كَاهِنًا فِي جُهَيْنَةَ قَالَ: فَنَزَلَتْ: {أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ يَزْعُمُونَ أَنَّهُمْ آمَنُوا بِمَا أُنْزِلَ إِلَيْكَ} [النساء: 60] يَعْنِي: " الَّذِي مِنَ الْأَنْصَارِ {وَمَا أُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ} [البقرة: 4] يَعْنِي: " الْيَهُودِيَّ {يُرِيدُونَ أَنْ يَتَحَاكَمُوا إِلَى الطَّاغُوتِ} [النساء: 60] إِلَى الْكَاهِنِ {وَقَدْ أُمِرُوا أَنْ يَكْفُرُوا بِهِ} [النساء: 60] يَعْنِي: " أَمَرَ هَذَا فِي كِتَابِهِ , وَأَمَرَ هَذَا فِي كِتَابِهِ. وَتَلَا: {وَيُرِيدُ الشَّيْطَانُ أَنْ يُضِلَّهُمْ ضَلَالًا بَعِيدًا} [النساء: 60] , وَقَرَأَ: {فَلَا وَرَبِّكَ لَا يُؤْمِنُونَ حَتَّى يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ} [النساء: 65] إِلَى: {وَيُسَلِّمُوا تَسْلِيمًا} [النساء: 65] "

Yine Şa’bi’den nakledilen başka bir rivayette şöyle demiştir: “Müslüman olduğunu iddia eden birisi ile bir Yahudi arasında husumet vardı. Yahudi “Ben senin dininden olanlara veya peygambere muhakeme olurum” dedi. Zira Peygamber (as)’ın hüküm verirken rüşvet almadığını biliyordu. Aralarında ihtilaf ettiler sonra Cuheyne’den bir kahine gitme hususunda anlaştılar. Bunun üzerine “Sana ve senden önce indirilenlere iman ettiklerini iddia edenleri görmez misin?” ayeti nazil oldu. Burada “sana indirilene” kavlinde kasdedilen Ensar’dan birisidir. “Senden önce indirilenlere” kavlinden kasıd ise Yahudi’dir. “Tağuta muhakeme olmak istiyorlar” kavlinde bahsedilen “tağut”tan kasıd kahindir. “Halbuki onu reddetmekle emrolunmuşlardı” Zira bu münafığa da diğer Yahudi’ye de kendi kitaplarında kahinleri inkar etmeleri emrolunmuştu. Şabi bunları söyledikten sonra ayetin son kısmını okudu: “Şeytan ise onları derin bir sapıklığa itmek istiyor” Ardından da Nisa: 65. Ayeti okudu:
” Rabbine yemin olsun ki aralarındaki anlaşmazlıklarda seni hakem seçip sonra da verdiğin hükme, içlerinde bir sıkıntı duymadan tamamıyla boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar.”

حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ عَبْدِ الْأَعْلَى , قَالَ: ثنا الْمُعْتَمِرُ بْنُ سُلَيْمَانَ , عَنْ أَبِيهِ , قَالَ: زَعَمَ حَضْرَمِيُّ أَنَّ رَجُلًا , مِنَ الْيَهُودِ كَانَ قَدْ أَسْلَمَ , فَكَانَتْ بَيْنَهُ وَبَيْنَ رَجُلٍ مِنَ الْيَهُودِ مُدَارَأَةٌ فِي حَقٍّ , فَقَالَ الْيَهُودِيُّ لَهُ: انْطَلِقْ إِلَى نَبِيِّ اللَّهِ. فَعَرَفَ أَنَّهُ سَيَقْضِي عَلَيْهِ. قَالَ: فَأَبَى , فَانْطَلَقَا إِلَى رَجُلٍ مِنَ الْكُهَّانِ , فَتَحَاكَمَا إِلَيْهِ. قَالَ اللَّهُ: {أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ يَزْعُمُونَ أَنَّهُمْ آمَنُوا بِمَا أُنْزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ يُرِيدُونَ أَنْ يَتَحَاكَمُوا إِلَى الطَّاغُوتِ} [النساء: 60] "

Hadrami ise şunu ileri sürmüştür: Yahudilerden birisi müslüman oldu. Bir hak meselesinde onunla bir Yahudi arasında ihtilaf vardı. Yahudi “Allah’ın nebisine gidelim” dedi. Zira diğeri aleyhinde hüküm vereceğini biliyordu. Öteki ise buna yanaşmadı. Sonra beraberce kahinlerden birisine gidip muhakeme oldular. Bu olay üzerine bu ayet nazil oldu.

حَدَّثَنَا بِشْرُ بْنُ مُعَاذٍ , قَالَ: ثنا يَزِيدُ , قَالَ: ثنا سَعِيدٌ , عَنْ قَتَادَةَ , قَوْلُهُ: {أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ يَزْعُمُونَ أَنَّهُمْ آمَنُوا بِمَا أُنْزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ} [النساء: 60] الْآيَةُ , حَتَّى بَلَغَ: {ضَلَالًا بَعِيدًا} [النساء: 60] ذُكِرَ لَنَا أَنَّ هَذِهِ الْآيَةَ نَزَلَتْ فِي رَجُلَيْنِ: رَجُلٍ مِنَ الْأَنْصَارِ يُقَالَ لَهُ بِشْرٌ , وَفِي رَجُلٍ مِنَ الْيَهُودِ فِي مُدَارَأَةٍ كَانَتْ بَيْنَهُمَا فِي حَقٍّ , فَتَدَارَءَا بَيْنَهُمَا فِيهِ , فَتَنَافَرَا إِلَى كَاهِنٍ بِالْمَدِينَةِ يَحْكُمُ بَيْنَهُمَا , وَتَرَكَا نَبِيَّ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ. فَعَابَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ ذَلِكَ. وذُكِرَ لَنَا أَنَّ الْيَهُودِيَّ كَانَ يَدْعُوهُ إِلَى النَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمَا , وَقَدْ عَلِمَ أَنَّ نَبِيَّ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَنْ يَجُورَ عَلَيْهِ , فَجَعَلَ الْأَنْصَارِيُّ يَأْبَى عَلَيْهِ وَهُوَ يَزْعُمُ أَنَّهُ مُسْلِمٌ وَيَدْعُوهُ إِلَى الْكَاهِنِ , فَأَنْزَلَ اللَّهُ تَبَارَكَ وَتَعَالَى مَا تَسْمَعُونَ , فَعَابَ ذَلِكَ عَلَى الَّذِي زَعَمَ أَنَّهُ مُسْلِمٌ , وَعَلَى الْيَهُودِيِّ الَّذِي هُوَ مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ , فَقَالَ: {أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ يَزْعُمُونَ أَنَّهُمْ آمَنُوا بِمَا أُنْزِلَ إِلَيْكَ} [النساء: 60] إِلَى قَوْلِهِ: {صُدُودًا} [النساء: 61] "

Katâde'den rivayete göre ise Ensar'dan Bişr adında birisi ile bir yahudi arasında, çekiştikleri bir hak konusunda Hz. Peygamber (sa)'e gelmek yerine Medine'nin kâhinine gitmişler de bu âyet-i kerime nazil olmuştur. Allahu Teala bu ayette bu kimseleri kınamıştır. Bize anlatıldığına göre Yahudi, Hz. Peygamber (sa)'in hükümde kendisine haksızlık etmiyeceğini bildiği için "Hüküm vermesi için Allah'ın Rasûlü'ne gidelim." derken müslüman olduğunu iddia eden o ansarî "Hayır, kâhine gidelim." diye diretiyordu ve bunun üzerine bu işittiğiniz âyet-i kerime nazil oldu. İşte bu ayette Müslüman olduğunu iddia eden kişiyi ve ehli kitaptan olan o Yahudiyi ayıplamaktadır.

حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ الْحُسَيْنِ , قَالَ: ثنا أَحْمَدُ بْنُ مُفَضَّلٍ , قَالَ: ثنا أَسْبَاطٌ , عَنِ السُّدِّيِّ: {أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ يَزْعُمُونَ أَنَّهُمْ آمَنُوا بِمَا أُنْزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ يُرِيدُونَ أَنْ يَتَحَاكَمُوا إِلَى الطَّاغُوتِ} [النساء: 60] قَالَ: " كَانَ نَاسٌ مِنَ الْيَهُودِ قَدْ أَسْلَمُوا وَنَافَقَ بَعْضُهُمْ , وَكَانَتْ قُرَيْظَةُ وَالنَّضِيرُ فِي الْجَاهِلِيَّةِ إِذَا قُتِلَ الرَّجُلُ مِنْ بَنِي النَّضِيرِ قَتَلَتْهُ بَنُو قُرَيْظَةَ قَتَلُوا بِهِ مِنْهُمْ , فَإِذَا قُتِلَ الرَّجُلُ مِنْ بَنِي قُرَيْظَةَ قَتَلَتْهُ النَّضِيرُ , أَعْطُوْا دِيَتَهُ سِتِّينَ وَسَقًا مِنْ تَمْرٍ. فَلَمَّا أَسْلَمَ نَاسٌ مِنْ بَنِي قُرَيْظَةَ وَالنَّضِيرِ , قَتَلَ رَجُلٌ مِنْ بَنِي النَّضِيرِ رَجُلًا مِنْ بَنِي قُرَيْظَةَ , فَتَحَاكَمُوا إِلَى النَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ , فَقَالَ النَّضِيرِيُّ: يَا رَسُولَ اللَّهِ , إِنَّا كُنَّا نُعْطِيهِمْ فِي الْجَاهِلِيَّةِ الدِّيَةَ , فَنَحْنُ نُعْطِيهِمُ الْيَوْمَ ذَلِكَ. فَقَالَتْ قُرَيْظَةُ: لَا , وَلَكِنَّا إِخْوَانُكُمْ فِي النَّسَبِ وَالدِّينِ , وَدِمَاؤُنَا مِثْلُ دِمَائِكُمْ , وَلَكِنَّكُمْ كُنْتُمْ تَغْلِبُونَنَا فِي الْجَاهِلِيَّةِ , فَقَدْ جَاءَ اللَّهُ بِالْإِسْلَامِ فَأَنْزَلَ اللَّهُ يُعَيِّرُهُمْ بِمَا فَعَلُوا. فَقَالَ: {وَكَتَبْنَا عَلَيْهِمْ فِيهَا أَنَّ النَّفْسَ بِالنَّفْسِ} [المائدة: 45] فَعَيَّرَهُمْ , ثُمَّ ذَكَرَ قَوْلَ النَّضِيرِيِّ: كُنَّا نُعْطِيهِمْ فِي الْجَاهِلِيَّةِ سِتِّينَ وَسَقًا وَنَقْتُلُ مِنْهُمْ وَلَا يَقْتُلُونَ , فَقَالَ: {أَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ} [المائدة: 50] وَأَخَذَ النَّضِيرِيَّ فَقَتَلَهُ بِصَاحِبِهِ. فتَفَاخَرَتِ النَّضِيرُ وَقُرَيْظَةُ , فَقَالَتِ النَّضِيرُ: نَحْنُ أَكْرَمُ مِنْكُمْ , وَقَالَتْ قُرَيْظَةُ: نَحْنُ أَكْرَمُ مِنْكُمْ , وَدَخَلُوا الْمَدِينَةَ إِلَى أَبِي بَرْزَةَ الْكَاهِنِ الْأَسْلَمِيِّ , فَقَالَ الْمُنَافِقُ مِنْ قُرَيْظَةَ وَالنَّضِيرِ: انْطَلِقُوا إِلَى أَبِي بَرْزَةَ يُنَفِّرُ بَيْنَنَا. وَقَالَ الْمُسْلِمُونَ مِنْ قُرَيْظَةَ وَالنَّضِيرِ: لَا , بَلِ النَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يُنَفِّرُ بَيْنَنَا , فَتَعَالَوْا إِلَيْهِ. فَأَبَى الْمُنَافِقُونِ , وَانْطَلَقُوا إِلَى أَبِي بَرْزَةَ فَسَأَلُوهُ , فَقَالَ: أَعْظِمُوا اللُّقْمَةَ. يَقُولُ: أَعْظِمُوا الْخَطَرَ. فَقَالُوا: لَكَ عَشَرَةُ أَوْسَاقٍ قَالَ: لَا , بَلْ مِائَةُ وَسَقٍ دِيَتِي , فَإِنِّي أَخَافُ أَنْ أُنَفِّرَ النَّضِيرَ فَتَقْتُلَنِي قُرَيْظَةُ , أَوْ أُنَفِّرَ قُرَيْظَةَ فَتَقْتُلَنِي النَّضِيرُ فَأَبَوْا أَنْ يُعْطُوهُ فَوْقَ عَشَرَةِ أَوْسَاقٍ , وَأَبَى أَنْ يَحْكُمَ بَيْنَهُمْ , فَأَنْزَلَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ: {يُرِيدُونَ أَنْ يَتَحَاكَمُوا إِلَى الطَّاغُوتِ} [النساء: 60] وَهُوَ أَبُو بَرْزَةَ , وَقَدْ أُمِرُوا أَنْ يَكْفُرُوا بِهِ , إِلَى قَوْلِهِ: {وَيُسَلِّمُوا تَسْلِيمًا} [النساء: 65]
Süddi'ye göre ise bu âyet-i kerime, Nadr ve Kureyze oğulları Yahudi-lerinden, müslüman olduklarını iddia eden münafıklarla, yine bu iki Yahudi kabilesinden, gerçekten müslüman olanlar hakkında nazil olmuştur. Münafıklar, Ebu Berze el-Eslemi adındaki bir kâhine başvurmak istemişler, müslümanlar ise, ResuluİIlah'ın hakemliğini istemişlerdir. Bunun üzerine de bu âyet-i kerime inerek münafıkları kınamıştır.
Bu hususta Suddi diyor ki: "Yahudilerden bir kısım insanlar müslüman olmuşlardı. Müslüman olduklarını söyleyen bu kişilerden bir kısmı da münafıktı. Cahiliye döneminde Nadr oğullan, daha kuvvetli olduklarından Kureyza oğullarından biri Nadr oğullarından bir kimseyi öldürdüğünde katile kısas tatbik edilirdi. Fakat Nadr oğullarından biri Kureyza oğullarından birini öldürecek olursa katile kısas tatbik edilmezdi. Öldürülen kişinin altmış Vesk yiyecek ölçüsündeki diyeti verilirdi.

Kureyze ve Nadr oğullarından bir kısım insanların müslüman olmalarından sonra, Nadr oğullarından biri Kureyza oğullarından bir kimseyi öldürdü. Taraflar Resulullah'ın hakemliğine başvurdular. Nadr oğulları dediler ki: "Ey Allah'ın Resulü, biz cahiliye döneminde bu gibi durumlarda onlara diyet veriyorduk." Kureyza oğullan da dediler ki: "Hayır bunu kabul etmeyiz. Biz hem soy bakımından hem de din bakımından sizinle kardeşiz. Bizim kanımız da sizin kanınız gibidir. Fakat sizler cahiliye döneminde bize galip gelmiştiniz. Artık Allah İslamı getirdi." Bunun üzerine Allah teala da Yahudilerin, birbirlerine karşı haksızlık yapmalarını ayıplayarak şu âyeti indirdi:

"Biz Tevrat'ta onlara şu hükümleri farz kılmıştık: Cana can, göze göz buruna burun" (Maide: 45)

Allah teala Nadr oğullarının diyet vererek kısas uygulamamalarını ayıplayarak da şu âyeti indirdi: "Onlar cahiliye devrinin hükmünü mü istiyorlar?" (Maide: 50)

Bundan sonra Resulullah, Nadr kabilesinden olan katili ona kısas tatbik etti. Bundan sonra Nadr ve Kureyza oğullan birbirlerine karşı övünmeye başladılar. Nadr oğulları da "Biz daha üstünüz" demeye başladılar. Kurayza ve Nadir oğullarından münafık olanlar daha sonra Medine'ye gelip Ebu Berze el-Eslemi adındaki kâhinin yanına gittiler. Ve "Biz Ebu Berze'nin hakemliğine başvuralım da lehimize hüküm versin." dediler. Bu iki kabileden müslüman olanlar ise "Hayır, biz Resulullah'a gidelim de aramızda o hüküm versin." dediler. Fakat münafıklar bunu kabul etmediler ve Ebu Berze'nin yanına gittiler. Onun, aralarında hakemlik yapmasını istediler. O da dedi ki: "Lokmayı büyük yapın." Onlar da dediler ki: "Sana on vesk ölçüsü yiyecek verelim." Ebu Berze "Hayır almam. Benim diyetim olarak yüz vesk vereceksiniz. Çünkü ben, Nadr oğullarının lehine hüküm verecek olsam, Kureyza oğullarının beni öldüreceklerinden korkarım. Kureyza oğullarının lehine hüküm verecek olursam. Nadr oğullarının beni öldüreceklerinden korkarım." Fakat münafıklar, Ebu Berze'ye on veskten fazla yiyecek vermemekte direttiler. Ebu Berze de bu ücretle aralarında hüküm vermemekte diretti. İşte bunun üzerine Nisa:60-65 arası ayetler nazil oldu. Bu ayette bahsedilen “tağut” Ebu Berze'dir. Onlar bu şahsı reddetmekle emrolunmuşlardı.


İbn’ul Kayyim (rh.a) şöyle demektedir:

ومن حاكم خصمه إِلى غير الله ورسوله فقد حاكم إِلى الطاغوت، وقد أمر أن يكفر به، ولا يكفر العبد بالطاغوت حتى يجعل الحكم لله وحده

“Her kim husumetlerini Allah ve Rasulunden başkasına götürür, ona muhakeme olursa bu kimse tağuta muhakeme olmuştur. Halbuki onu reddetmek emredilmiştir. Kul, hükmü Allah’a has kılmadıkça tağutu reddetmiş olmaz…” (Tarik’ul Hicreteyn, Syf:37)

Şevkani ise Nisa: 60 ayetinin tefsirinde şöyle demektedir:

قَوْلُهُ: أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ يَزْعُمُونَ فِيهِ تَعْجِيبٌ لِرَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مِنَ حَالِ هَؤُلَاءِ الَّذِينَ ادَّعَوْا لِأَنْفُسِهِمْ أَنَّهُمْ قَدْ جَمَعُوا بَيْنَ الْإِيمَانِ بِمَا أُنْزِلَ عَلَى رَسُولِ اللَّهِ- وَهُوَ الْقُرْآنُ- وَمَا أُنْزِلَ عَلَى مَنْ قبله من الأنبياء، فجاؤوا بِمَا يَنْقُضُ عَلَيْهِمْ هَذِهِ الدَّعْوَى، وَيُبْطِلُهَا مِنْ أَصْلِهَا، وَيُوَضِّحُ أَنَّهُمْ لَيْسُوا عَلَى شَيْءٍ مِنْ ذَلِكَ أَصْلًا، وَهُوَ إِرَادَتُهُمُ التَّحَاكُمُ إِلَى الطَّاغُوتِ، وَقَدْ أُمِرُوا فِيمَا أُنْزِلَ عَلَى رَسُولِ اللَّهِ، وَعَلَى مَنْ قَبْلَهُ، أَنْ يَكْفُرُوا بِهِ

"Sana indirilene de, senden önce indirilmiş olanlara da iman etmiş olduklarını iddia edenleri görmez misin? " kavlinde Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in şu kimselere hayret etmesi istenmektedir ki bunlar kendilerinin hem Rasulullah’a indirilen Kuran’a ve hem de diğer peygamberlere indirilenlere iman ettiklerini iddia etmekte, ondan sonra da bu iddialarıyla çelişen ve hatta bu iman iddiasını temelinden ortadan kaldıran bir amel ortaya koymaktadırlar. İşte Allahu teala’nın bu kavli onların bu imandan hiçbir asla sahip olmadıklarını izah etmektedir. (İmanı ortadan kaldıran) bu fiil onların tağuta muhakeme olmayı istemeleridir. Halbuki onlar gerek Rasulullah’a indirilen kitapta, gerekse ondan önce indirilen kitaplarda tağutu reddetmekle emrolunmuşlardı” (Feth’ul Kadir tefsiri)


{أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ يَزْعُمُونَ أَنَّهُمْ آمَنُوا بِمَا أُنْزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ}1 الآيات.
قال العماد ابن كثير -رحمه الله تعالى-: " والآية ذامة لمن عدل عن الكتاب والسنة وتحاكم إلى ما سواهما من الباطل; وهو المراد بالطاغوت هاهنا".
وتقدم ما ذكره العلامة ابن القيم -رحمه الله- في حده للطاغوت، وأنه كل ما تجاوز به العبد حده من معبود أو متبوع أو مطاع، فكل من حاكم إلى غير كتاب الله وسنة رسوله صلى الله عليه وسلم، فقد حاكم إلى الطاغوت الذي أمر الله تعالى عباده المؤمنين أن يكفروا به; فإن التحاكم ليس إلا إلى كتاب الله وسنة رسوله صلى الله عليه وسلم ومن كان يحكم بهما، فمن تحاكم إلى غيرهما فقد تجاوز به حده، وخرج عما شرعه الله ورسوله صلى الله عليه وسلم، وأنزله منزلة لا يستحقها. كذلك من عبد شيئا دون الله فإنما عبد الطاغوت
Allah (celle celaluhu) şöyle buyuruyor:
"Sana ve senden öncekilere indirilenlere inandıklarını iddia edenleri görmüyor musun? Tağuta muhakeme olmak istiyorlar. Halbuki onu reddetmekle emrolunmuşlardı. Şeytan onları uzak bir sapıklıkla saptırmak istiyor." (Nisa: 4/60)

Şeyh Abdurrahman bin Hasen "Feth'ul Mecid" adlı eserinde bu ayeti kerime ile alakalı şu izahları yapmaktadır:

"İmad İbn Kesir der ki:
"Ayet, Allah'ın Kitabıyla Rasulünün Sünnetinden dönüp, bu ikisi dışındaki batıl bir şeye muhakeme olmak için başvurmayı yermektedir. Burada asıl belirtilmek istenen şey, tağuttur."
İbnul Kayyım'ın (r.a.) tağutla ilgili tanımı daha önce geçmişti. Bu tanıma göre kulun mabud olarak kabul ettiği, tabi olduğu ya da itaat ettiği, haddini aştığı her şey tağut idi.
Kim, Allah'ın Kitabı ve Rasulünün Sünneti dışında bir şeye başvurarak, ona muhakeme olursa, tağuta muhakeme olmuştur. Oysa Allah (celle celaluhu), mümin kullarına, onu red ve inkar etmelerini emretmiştir.
Müslüman, bütün mesele ve problemlerini, yalnızca Allah'ın Kitabına ve Rasulünün Sünnetine götürmek ve yalnızca bu ikisine muhakeme olmakla mükelleftir.
Kim de bu ikisiyle hüküm vermez ve bu ikisi dışında başka bir hükme veya mahkemeye başvurursa, bu haliyle haddini aşmış olur. Böylece Allah'ın ve Rasulünün kendisi için şeriat kıldığı şeyin dışına çıktığını ve bu hükmü, layık olmadığı halde, şeriatin konumuna getirmiş olduğunu ortaya koymakta, şeriat dışı bir tutum ve davranışın içine girmektedir.
Dolayısıyla kim Allah'tan (celle celaluhu) başka bir şeye ibadet ederse, o kimse bu haliyle tağuta ibadet etmiş olur. (Feth'ul Mecid Şerhu Kitab'it Tevhid, sf 391, Abdurrahman bin Hasen Al'uş Şeyh, thk: Hamid el-Fıki, Matbaat'us Sunnet'il Muhammediyye, 1377/1957, Kahire)



قال الإمام مالك -رحمه الله-: "الطاغوت ما عُبد من دون الله".
وكذلك من دعا إلى تحكيم غير الله ورسوله فقد ترك ما جاء به الرسول صلى الله عليه وسلم ورغب عنه، وجعل لله شريكا في الطاعة، وخالف ما جاء به رسول الله صلى الله عليه وسلم فيما أمره الله تعالى به في قوله: {وَأَنِ احْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَا أَنْزَلَ اللَّهُ وَلا تَتَّبِعْ أَهْوَاءَهُمْ وَاحْذَرْهُمْ أَنْ يَفْتِنُوكَ عَنْ بَعْضِ مَا أَنْزَلَ اللَّهُ إِلَيْكَ}4. وقوله تعالى: {فَلا وَرَبِّكَ لا يُؤْمِنُونَ حَتَّى يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لا يَجِدُوا فِي أَنْفُسِهِمْ حَرَجاً مِمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْلِيماً}5. فمن خالف ما أمر الله به ورسوله صلى الله عليه وسلم بأن حكم بين الناس بغير ما أنزل الله، أو طلب ذلك اتباعا لما يهواه ويريده، فقد خلع ربقة الإسلام والإيمان من عنقه، وإن زعم أنه مؤمن، فإن الله تعالى أنكر على من أراد ذلك، وأكذبهم في زعمهم الإيمان لما في ضمن قوله: "يزعمون" من نفي إيمانهم؛ فإن "يزعمون" إنما يقال غالبا لمن ادعى دعوى هو فيها كاذب لمخالفته لموجبها وعمله بما ينافيها، يحقق هذا قوله: "وقد أمروا أن يكفروا به"؛ لأن الكفر بالطاغوت ركن التوحيد كما في آية البقرة، فإذا لم يحصل هذا الركن لم يكن موحدا،
---------------ــ
1 سورة يونس آية : 28-29-30.
2 سورة سبأ آية : 40-41.
3 سورة الممتحنة آية : 4.
4 سورة المائدة آية : 49.
5 سورة النساء آية : 65.
والتوحيد هو أساس الإيمان الذي تصلح به جميع الأعمال وتفسد بعدمه؛ كما أن ذلك بين في قوله تعالى: {فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِنْ بِاللَّهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقَى}1 الآية. وذلك أن التحاكم إلى الطاغوت إيمان به. وقوله: {وَيُرِيدُ الشَّيْطَانُ أَنْ يُضِلَّهُمْ ضَلالاً بَعِيداً}2 يبين تعالى في هذه الآية
وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ تَعَالَوْا إِلَى مَا أَنْزَلَ اللَّهُ وَإِلَى الرَّسُولِ رَأَيْتَ الْمُنَافِقِينَ يَصُدُّونَ عَنْكَ صُدُودا فَكَيْفَ إِذَا أَصَابَتْهُمْ مُصِيبَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيهِمْ ثُمَّ جَاءُوكَ يَحْلِفُونَ بِاللَّهِ إِنْ أَرَدْنَا إِلا إِحْسَاناً وَتَوْفِيقاً}3 .
أن التحاكم إلى الطاغوت مما يأمر به الشيطان ويزينه لمن أطاعه، ويبين أن ذلك مما أضل به الشيطان من أضله; وأكده بالمصدر، ووصفه بالبعد، فدل على أن ذلك من أعظم الضلال وأبعده عن الهدى.

İmam Malik (r.a.) şöyle diyor:
"Tağut; Allah'tan başka kendisine tapınılan her şeydir."
Her kim insanları Allah (celle celaluhu) ve Rasulünden (s.a.v.) başkasına muhakeme olmaya çağırır ve Allah (celle celaluhu) Rasulünün getirdiğini terketmeye ve bundan vazgeçmeye davet ederse, itaat konusunda Allah'a (celle celaluhu) şirk koşmuş, Rasulullah'ın (s.a.v.) Allah'tan getirdiği şeye muhalefet etmiş olur. Oysa Allah (celle celaluhu) bizlere bunları reddetmeyi emretmiştir. Nitekim Allah (celle celaluhu) şöyle buyuruyor:
"Aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet ve onların hevalarına uyma. Allah'ın sana indirdiklerinin bir kısmından seni şaşırtmalarından sakın. Şayet yüz çevirirlerse, bil ki, Allah bir kısım günahları nedeniyle onları musibete uğratmak istemektedir. Şüphesiz, insanların çoğu fasıktırlar." (Maide: 5/49)                                      
"Hayır, öyle değil! Rabbine andolsun ki, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem kılıp, sonra senin verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar." (Nisa: 4/65)

Kim Allah (celle celaluhu) ve Rasulünün (s.a.v.) emrettiği şeye muhalefet eder, insanlara Allah'ın (celle celaluhu) indirdiğinin ve Allah ve Rasulünün emrettiğinin dışındaki bir hükümle hüküm verilmesini ister ve emrederse ya da bunu talep eder ve bu şekilde kendi heva ve isteklerine uyarak hareket ederse, bu kimse İslamın ipini, ahdini boynundan çıkarıp atmıştır. Hatta kendisinin müslüman olduğunu ileri sürse, mümin olduğunu iddia etse de durum böyledir. Çünkü Allah (celle celaluhu) böyle bir şey peşinde olanları red ve inkar etmekte, onların "Biz de inanıyoruz" iddialarını kabul etmeyip yalanlamaktadır. Çünkü ayette yer alan, "zu'm" kelimesi, onların imansızlıklarını gösterir. Zira arapçadaki "yez'umune" fiili, çoğunlukla içinde yalanın yer aldığı kuru dava ve iddiayı ifade eder. Çünkü buradaki kişiler, iddia ettikleri şeye aykırı amelde bulunmaktadırlar. Bu gerçeği şu ayet zaten ortaya koymaktadır:
"Sana ve senden öncekilere indirilenlere inandıklarını iddia edenleri görmüyor musun? Reddetmeleri emrolunmuşken tağuta muhakeme olmak istiyorlar. Şeytan onları derin bir sapıklığa düşürmek istiyor." (Nisa: 4/60)

Tağutu inkar etmek, Tevhidin bir rüknüdür.
Nitekim bu gerçek, Bakara Süresindeki ayette de yer almaktadır. Bir kimse eğer bu rüknü yerine getirmez ve tamamlamazsa, muvahhid olamaz. Çünkü Tevhid imanın temelidir. Zaten bu sayede tüm ameller sahih olabilmekte, onsuz da fesada uğramaktadır. Bu husus şu ayette açıklanır.
"Tağutu reddedip Allah'a iman eden kimse kopmak bilmeyen sağlam bir kulpa sarılmıştır." (Bakara: 2/256)
"Şeytan onları derin bir sapıklığa düşürmek istiyor." ifadesiyle yüce Allah, tağuta muhakeme olmayı istemenin şeytanın emri olduğu gerçeğini bildiriyor. Şeytan bu şekilde muhakeme olmayı, kendisine itaat edenlere süslü gösteriyor. Yine ayet, şeytanın böylece saptırabildiği kimseleri bu yoldan saptırdığını açıklıyor. Ayet, bunun en büyük sapıklık olduğunu ve hidayetten de en çok uzaklaşmak olduğunu belirtiyor. (Age sf 392)


Hafız İbn Kesir (rh.a) “el-Bidaye ve’n Nihaye” adlı eserinin Tatar hükümdarı Cengizhan’dan bahsettiği bir bölümünde şunları zikretmektedir:

كِتَابُهُ الْيَاسَاقُ فَإِنَّهُ يُكْتَبُ فِي مُجَلَّدَيْنِ بِخَطٍّ غَلِيظٍ، وَيُحْمَلُ عَلَى بَعِيرٍ مُعَظَّمٍ عِنْدَهُمْ. وَقَدْ ذَكَرَ بَعْضُهُمْ أَنَّهُ كَانَ يَصْعَدُ جَبَلًا، ثُمَّ يَنْزِلُ، ثُمَّ يَصْعَدُ، ثُمَّ يَنْزِلُ حَتَّى يُعْيِيَ وَيَقَعَ مَغْشِيًّا عَلَيْهِ، وَيَأْمُرُ مَنْ عِنْدَهُ أَنْ يَكْتُبَ مَا يُلْقَى عَلَى لِسَانِهِ حِينَئِذٍ، فَإِنْ كَانَ هَذَا هَكَذَا فَالظَّاهِرُ أَنَّ الشَّيْطَانَ كَانَ يَنْطِقُ عَلَى لِسَانِهِ بِمَا فِيهَا.
وَذَكَرَ الْجُوَيْنِيُّ أَنَّ بَعْضَ عُبَّادِهِمْ كَانَ يَصْعَدُ الْجِبَالَ فِي الْبَرْدِ الشَّدِيدِ لِلْعِبَادَةِ، فَسَمِعَ قَائِلًا يَقُولُ لَهُ: إِنَّا قَدْ مَلَّكْنَا جِنْكِزْخَانَ وَذُرِّيَّتَهُ وَجْهَ الْأَرْضِ. قَالَ الْجُوَيْنِيُّ: فَمَشَايِخُ الْمَغُولِ يُصَدِّقُونَ بِهَذَا، وَيَأْخُذُونَهُ مُسَلَّمًا.
ثُمَّ ذَكَرَ الْجُوَيْنِيُّ شَيْئًا مِنَ الْيَاسَاقِ مِنْ ذَلِكَ، أَنَّهُ مَنْ زَنَا قُتِلَ، مُحْصَنًا كَانَ أَوْ غَيْرَ مُحْصَنٍ، وَكَذَلِكَ مَنْ لَاطَ قُتِلَ، وَمَنْ تَعَمَّدَ الْكَذِبَ قُتِلَ، وَمَنْ سَحَرَ قُتِلَ، وَمَنْ تَجَسَّسَ قُتِلَ، وَمَنْ دَخَلَ بَيْنَ اثْنَيْنِ يَخْتَصِمَانِ فَأَعَانَ أَحَدَهُمَا قُتِلَ، وَمَنْ بَالَ فِي الْمَاءِ الْوَاقِفِ قُتِلَ، وَمَنِ انْغَمَسَ فِيهِ قُتِلَ، وَمَنْ أَطْعَمَ أَسِيرًا أَوْ سَقَاهُ أَوْ كَسَاهُ بِغَيْرِ إِذَنْ أَهْلِهِ قُتِلَ، وَمَنْ وَجَدَ هَارِبًا وَلَمْ يَرُدَّهُ قُتِلَ، وَمَنْ رَمَى إِلَى أَحَدٍ شَيْئًا مِنَ الْمَأْكُولِ قُتِلَ، بَلْ يُنَاوِلُهُ مِنْ يَدِهِ إِلَى يَدِهِ، وَمَنْ أَطْعَمَ أَحَدًا شَيْئًا فَلْيَأْكُلْ مِنْهُ أَوَّلًا، وَلَوْ كَانَ الْمُطْعِمُ أَمِيرًا لِأَسِيرٍ، وَمَنْ أَكَلَ وَلَمْ يُطْعِمْ مَنْ عِنْدَهُ قُتِلَ، وَمَنْ ذَبَحَ حَيَوَانًا ذُبِحَ مِثْلَهُ، بَلْ يَشُقُّ جَوْفَهُ، وَيَتَنَاوَلُ قَلْبَهُ بِيَدِهِ يَسْتَخْرِجُهُ مِنْ جَوْفِهِ أَوَّلًا.
وَفِي ذَلِكَ كُلِّهِ مُخَالَفَةٌ لِشَرَائِعِ اللَّهِ الْمُنَزَّلَةِ عَلَى عِبَادِهِ الْأَنْبِيَاءِ عَلَيْهِمُ الصَّلَاةُ وَالسَّلَامُ، فَمَنْ تَرَكَ الشَّرْعَ الْمُحْكَمَ الْمُنَزَّلَ عَلَى مُحَمَّدِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ خَاتَمِ الْأَنْبِيَاءِ، وَتَحَاكَمَ إِلَى غَيْرِهِ مِنَ الشَّرَائِعِ الْمَنْسُوخَةِ كَفَرَ، فَكَيْفَ بِمَنْ تَحَاكَمَ إِلَى " الْيَاسَاقِ " وَقَدَّمَهَا عَلَيْهِ؟ مَنْ فَعَلَ ذَلِكَ كَفَرَ بِإِجْمَاعِ الْمُسْلِمِينَ. قَالَ اللَّهُ تَعَالَى: {أَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللَّهِ حُكْمًا لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ} [المائدة: 50] " الْمَائِدَةِ:
". وَقَالَ تَعَالَى: {فَلَا وَرَبِّكَ لَا يُؤْمِنُونَ حَتَّى يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لَا يَجِدُوا فِي أَنْفُسِهِمْ حَرَجًا مِمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْلِيمًا} [النساء: 65]

“Onun “Yesak” (yasa) kitabına gelince, bu, kalın bir yazıyla iki cilde yazılmıştı. Çok hacimli olan bu iki ciltlik eser, yanlarındaki bir deve üzerinde taşınırdı. Bazılarının anlattıklarına göre Cengizhan dağa çıkar, sonra iner, tekrar çıkar, sonra iner, bu iniş çıkışı defalarca tekrarlar, nihayet yorulup bayılır ve yere düşerdi. O esnada da yanındaki katibe, soyliyeceklerini yazmasını emreder ve söylediklerini kanun olarak yazdırırdı. Eğer durum böyleyse demek ki içindeki şeytan konuşur ve konuştuklarını kanun haline getirirmiş.Cüveynî'nin anlattıklarına göre Tatarlar'dan bir kişi çok şiddetli soğuklarda ibadet için dağa çıkarmış. Bir defasında yine dağa çıkmış iken görünmezlerden bir sesin kendisine, «Biz Cengizhan'ı ve çocuklarını yeryüzüne hakim kıldık» dediğini işitmişti. Moğol ihtiyarları ve âlimleri bu sözü tasdik ederler ve doğru kabul ederlerdi.

Bundan sonraki kısımda Cüveynî, Cengizhan'ın yasasından bazı maddeler aktarmıştır. Şöyle ki:

«Zina eden kişi, evli olsa da olmasa da öldürülür. Aynı şekilde homoseksüellik yapan da Öldürülür. Kasten yalan söyleyen öldürülür. Büyü yapan öldürülür. Casusluk yapan öldürülür. Çekişmekte olan iki kişinin arasına giren ve bu iki kişiden birisine yardım eden öldürülür. Durgun suya bevleden öldürülür. Durgun suya dalan öldürülür. Sahibinin izni olmaksızın bir esire yemek yediren veya su içiren veya birşey giydiren öldürülür. Kaçak birini görüp de sahiplerine veya hükümete teslim etmeyen öldürülür. Bir esire yemek yediren veya yiyecek birşeyi bir kimsenin önüne atan öldürülür. Çünkü yiyeceği Önüne atılmamalı, aksine bizzat eliyle ona vermelidir. Bir kimse bir başkasına yemek yedirecekse önce kendisi o yemekten tadmalıdır. Misafir emir olsa bile, böyle yapmalıdır. Ama esire yedirmemelidir. Bir kimse yemek yer de yanındakine yedirmezse öldürülür. Bir hayvanı boğazlayan kimse o hayvan gibi boğazlanır. Hayvanı boğazlamamalı, aksine karnını yarmalı ve içinden önce eliyle kalbini tutup çıkarmalıdır...» Bütün bu hükümler Allah'ın, kulları olan peygamberlere indirmiş olduğu şeriatlerine muhaliftir. Son peygamber Muhammed b. Abdullah'a (s.a.v.) indirilen muhkem şeriatı terk edip neshedilmiş, başka şeriatlere muhakeme olan kimse kafir olduğuna göre Cengizhan'ın yasalarına muhakeme olan kimse nasıl kâfir olmasın?! Böyle bir kimse Müslümanların icmaıyla kâfir olur. Zira yüce Allah buyurmuş ki:
«Cahiliye devri hükmünü mü istiyorlar? Yakînen bilen bir millet için Allah'tan daha iyi hüküm veren kim vardır?» (el-Mâide, 50).
«Hayır; Rabbine and olsun ki, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip, sonra senin verdiğin hükmü içlerinde bir sıkıntı duymadan tamamen kabul etmedikçe inanmış olmazlar.» (en-Nisâ; 65).
Yüce Allah doğru söylemiştir. (İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, 13/139, Dar'u İhya'it Turas'il Arabi, 1408/1988 türkçesi için bkz. El-Bidaye ve'n Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/244)


İbn Kesir (rh.a) tefsirinde de aynı konuya değinmektedir:

وَقَوْلُهُ: {أَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللَّهِ حُكْمًا لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ} يُنْكِرُ تَعَالَى عَلَى مَنْ خَرَجَ عَنْ حُكْمِ اللَّهِ المُحْكَم الْمُشْتَمِلِ عَلَى كُلِّ خَيْرٍ، النَّاهِي عَنْ كُلِّ شَرٍّ وَعَدْلٍ إِلَى مَا سِوَاهُ مِنَ الْآرَاءِ وَالْأَهْوَاءِ وَالِاصْطِلَاحَاتِ، الَّتِي وَضَعَهَا الرِّجَالُ بِلَا مُسْتَنَدٍ مِنْ شَرِيعَةِ اللَّهِ، كَمَا كَانَ أَهْلُ الْجَاهِلِيَّةِ يَحْكُمُونَ بِهِ مِنَ الضَّلَالَاتِ وَالْجَهَالَاتِ، مِمَّا يَضَعُونَهَا  بِآرَائِهِمْ وَأَهْوَائِهِمْ، وَكَمَا يَحْكُمُ بِهِ التَّتَارُ مِنَ السِّيَاسَاتِ الْمَلَكِيَّةِ الْمَأْخُوذَةِ عَنْ مَلِكِهِمْ جِنْكِزْخَانَ، الَّذِي وَضَعَ لَهُمُ اليَساق  وَهُوَ عِبَارَةٌ عَنْ كِتَابٍ مَجْمُوعٍ مِنْ أَحْكَامٍ قَدِ اقْتَبَسَهَا عَنْ شَرَائِعَ شَتَّى، مِنَ الْيَهُودِيَّةِ وَالنَّصْرَانِيَّةِ وَالْمِلَّةِ الْإِسْلَامِيَّةِ، وَفِيهَا كَثِيرٌ مِنَ الْأَحْكَامِ أَخَذَهَا مِنْ مُجَرَّدِ نَظَرِهِ وَهَوَاهُ، فَصَارَتْ فِي بَنِيهِ شَرْعًا مُتَّبَعًا، يُقَدِّمُونَهَا عَلَى الْحُكْمِ بِكِتَابِ اللَّهِ وَسُنَّةِ رَسُولِهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ. وَمَنْ فَعَلَ ذَلِكَ مِنْهُمْ فَهُوَ كَافِرٌ يَجِبُ قِتَالُهُ، حَتَّى يَرْجِعَ إِلَى حُكْمِ اللَّهِ وَرَسُولِهِ [صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ] فَلَا يَحْكُمُ سِوَاهُ فِي قَلِيلٍ وَلَا كَثِيرٍ، قَالَ اللَّهُ تَعَالَى: {أَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ} أَيْ: يَبْتَغُونَ وَيُرِيدُونَ، وَعَنْ حُكْمِ اللَّهِ يَعْدِلُونَ. {وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللَّهِ حُكْمًا لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ} أَيْ: وَمَنْ أَعْدَلُ مِنَ اللَّهِ فِي حُكْمِهِ لِمَنْ عَقل عَنِ اللَّهِ شَرْعَهُ، وَآمَنَ بِهِ وَأَيْقَنَ وَعَلِمَ أَنَّهُ تَعَالَى أَحْكَمُ الْحَاكِمِينَ، وَأَرْحَمُ بِخُلُقِهِ  مِنَ الْوَالِدَةِ بِوَلَدِهَا، فَإِنَّهُ تَعَالَى هُوَ الْعَالِمُ بِكُلِّ شَيْءٍ، الْقَادِرُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ، الْعَادِلُ فِي كُلِّ شَيْءٍ.

«Câhiliyet hükmünü mü istiyorlar? Ama yakın getiren bir kavim için, Allah'tan daha iyi hüküm veren kimdir?» (Maide: 50)

İbn Kesir (rh.a) bu ayetin tefsirinde şunları zikretmektedir:

“Bütün hayırları ihtiva eden, bütün kötülükleri yasaklayan, uydurma heves ve arzulara meyil-den alıkoyan Allah'ın hükmünün dışına çıkanları Hak Teâlâ reddediyor. Kulların kendi elleriyle koydukları ve Allah'ın şeriatına dayanmayan câhiliyyet hükümlerinin Sapıklıklarını ve bilgisizliklerini reddediyor. Bu sapıklıkları; kendi görüş ve hevesleri sonucu ortaya çıkardıklarını bildiriyor. Söz gelimi Tatarların, Cengiz Han diye bilinen krallarından alınma krallık buyrukları vardır ve bununla hüküm verirler. Nitekim bu yasayı onlara kral koymuştur. Bu yasalar Yahûdî, Hıristiyan ve İslâm dinine mensûb muhtelif milletlerden iktibas yoluyla tanzim edilmiş kanunlar topluluğudur. Ancak bu yasalar içerisinde birçoğu, Cengiz Han'ın mücerred görüş ve heveslerinden ibarettir. O bunu, çocukları için izlenen bir hüküm haline getirmiştir ki; onlar, Allah'ın kitabından ve Rasûlullah'ın sünnetinden önce bu yasaya uyarlar. Onlardan böyle davrananlar kâfirdir, öldürülmeleri vâcibtir. Az veya çok hiçbir konuda Allah'tan başkasının hükmüne müracaat edilemez. Bunun için Allah Teâlâ; onlar, Allah'ın hükmünden vazgeçip câhiliyyetin hükmünü mü tercih ediyor ve istiyorlar? buyuruyor. Halbuki Allah'ın şeriatından daha adaletli hüküm verecek kim vardır? Allah'ın şeriatına inanıp yakîn ve bilgi sahibi olanlar; Allah'ın hüküm verenlerin en iyisi olduğunu, mahlûkatına karşı annenin çocuğuna merhametinden daha merhametli davrandığını bilirler. Zîrâ Allah Teâlâ; her şeyi bilendir, her şeye kadir olandır, her şeyde âdil olandır.” (İbn Kesir, Tefsir'ul Kur'an'il Azim, 3/131, Thk: M. Selame, Dar'u Tayyibe, 1420/ 1999. Türkçesi için bkz. Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 5/2364)


Necd ulemasından Hamd bin Atik (rh.a) “Sebil’un Necat ve’l Fikak min Muvalat’il Murteddin ve’l Etrak” (Mürtedleri ve Türkleri Dost edinmekten kurtulmanın yolu) adlı eserinde İslam dininden çıkaran amelleri izah ederken dinden çıkartan 14. Madde olarak Kitap ve Sünnetin haricindeki şeylere muhakeme olmayı zikretmiştir. Evvela İbnu Kesir (rh.a)’ın Maide:50. Ayetin tefsirinde Yesakla alakalı sarf ettiği sözleri iktibas ettikten sonra şunları söylemiştir:
 
قلت: ومثل هؤلاء ما وقع فيه عامة البوادي ومن شابههم، من تحكيم عادات آباءهم، وما وضعه أوائلهم من الموضوعات الملعونة التي يسمونها (شرع الرفاقة) يقدمونها على كتاب الله وسنة رسوله صلى الله عليه وسلم، ومن فعل ذلك فهو كافر، يجب قتاله حتى يرجع إلى حكم الله ورسوله.
قال شيخ الإسلام ابن تيمية: ولا ريب أن من لم يعتقد وجوب الحكم بما أنزل الله على رسوله، فهو كافر، فمن استحل أن يحكم بين الناس بما يراه هو عدلا من غير اتباع لما أنزل الله، فهو كافر، فإنه ما من أمة إلا وهي تأمر بالحكم بالعدل، وقد يكون العدل في دينها ما رآه أكابرهم، بل كثير من المنتسبين إلى الإسلام يحكمون بعاداتهم التي لم ينزلها الله كسوالف البادية، وكأوامر المطاعين، ويرون أن هذا هو الذي ينبغي الحكم به دون الكتاب والسنة.
وهذا هو الكفر، فإن كثيرا من الناس أسلموا، ولكن مع هذا لا يحكمون إلا بالعادات الجارية التي يأمر بها المطاعون.
فهؤلاء إذا عرفوا أنه لا يجوز لهم الحكم إلا بما أنزل الله، فلم يلتزموا ذلك بل استحلوا أن يحكموا بخلاف ما أنزل الله، فهم كفار. انتهى. من (منهاج السنة النبوية) ذكره عند قوله سبحانه وتعالى: {ومن لم يحكم بما أنزل الله فأولئك هم الكافرون} فرحمه الله وعفا عنه.

Ben de derim ki:
"Bunun bir benzerine günümüzde bazı bedeviler ve benzeri topluluklarda raslanmaktadır. Bunlar atalarının ve aşiretlerinin uydurduğu törelere muhakeme olurlar -ki bunlar lanetlenmiş uydurma mevzuattan ibarettir- ve bunun adını da "üstün yasa" koyarlar. Bu aşiret geleneklerini Kitap ve Sünnet’e takdim ederler (daha üstün tutarlar). Kim böyle birşey yaparsa kafirdir. Allah (celle celaluhu) ve Rasulü'nün (s.a.v.) hükmünü kabulleninceye kadar kendileriyle savaşmak farzdır."
Şeyhülislam İbni Teymiyye der ki:
"Bir kimse 'Allah'ın Rasulü'ne indirdiğiyle hüküm vermek gerekmez' diye bir inanca sahip olursa, kuşkusuz kafir olur. Bir kimse de Allah'ın (celle celaluhu) indirdiğine uymaksızın, kendi görüşüyle hüküm vererek, bununla adaleti sağladığını söyler ve bunu helal kabul ederse o da kafir olur.

Bu gün bir çok topluluk, adaletle hükmedilmesini emrederler. Fakat onların dinine, inancına göre adalet; büyüklerinin ve efendilerinin kendi (eksik) -akıllarıyla ortaya koydukları esaslardır. Hatta müslüman olduğunu ileri sürenlerin çoğu da Allah'ın (celle celaluhu) indirmediği ve izin vermediği töre, gelenek ve adetleri uyguluyor ve hükümlerini buna göre veriyorlar. Tıpkı eski bedeviler veya kendisine itaat edilen birtakım emirler gibi...Bunların anlayışına göre kitap ve sünnetin haricindeki bu tarz hükümleri uygulamak münasiptir. Bu ise küfürdür.

İnsanlardan bir çoğu zahiren teslim olmakla birlikte kendi gelenek, adet ve hükümlerini ön plana alıyor, başlarındaki kimselerin emrettiği ve yürürlükte olan adetlere göre hareket ediyorlar. İşte böyleleri Allah'ın indirdiğinden başkasıyla hükmetmenin caiz olmadığını bildikleri ona tabi olmazlar ve de Allah'ın indirdiğinin hilafına hükmetmeyi helal saydıkları takdirde kafirdirler.

İbni Teymiyye, bunların hepsini "Minhacü's-Sünne" adlı eserinde "...Kim Allah'ın indirdikleriyle hükmetmezse, işte onlar kafirlerin ta kendileridir." (Maide: 5/44) ayetini açıklarken ele almıştır.” (Bkz. Mecmuat’ut Tevhid, sf 361-362, Thk: Beşir Muhammed Uyun, Mektebet’u Dar’il Beyan, 1407/1987)



Bu hususta görüşünü nakledeceğimiz Şeyh Süleyman bin Abdillah al’uş Şeyh, ceddi Muhammed bin Abdilvehhab (rh.a)’ın telif etmiş olduğu “Kitab’ut Tevhid”e yazmış olduğu şerhte "Sana ve senden öncekilere indirilenlere inandıklarını iddia edenleri görmüyor musun? Tağuta muhakeme olmak istiyorlar. Halbuki onu reddetmekle emrolunmuşlardı. Şeytan onları uzak bir sapıklıkla saptırmak istiyor." (Nisa: 4/60)ayetiyle alakalı babı şu şekilde izah etmektedir:

باب قول اللّه تعالى:{أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ يَزْعُمُونَ أَنَّهُمْ آمَنُوا بِمَا أُنْزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ يُرِيدُونَ أَنْ يَتَحَاكَمُوا إِلَى الطَّاغُوتِ وَقَدْ أُمِرُوا أَنْ يَكْفُرُوا بِهِ وَيُرِيدُ الشَّيْطَانُ أَنْ يُضِلَّهُمْ ضَلالاً بَعِيداً...}
ش: لما كان التوحيد الذي هو معنى شهادة أن لا إله إلا اللّه مشتملاً على الإيمان بالرسول صلى الله عليه وسلم مستلزمًا له، وذلك هو الشهادتان، ولهذا جعلهما النبي صلى الله عليه وسلم ركنًا واحدًا في قوله: "بني الإسلام على خمسٍ: شهادة أن لا إله إلا اللّه، وأن محمدًا رسول اللّه، وإقام الصلاة، وإيتاء الزكاة، وصوم رمضان، وحج البيت من استطاع إليه سبيلا"
نبه في هذا الباب على ما تضمنه التوحيد، واستلزمه من تحكيم الرسول صلى الله عليه وسلم في موارد النّزاع، إذ هذا هو مقتضى شهادة أن لا إله إلا اللّه، ولازمها الذي لا بد منه لكل مؤمن، فإن من عرف أن لا إله إلا اللّه، فلا بد من الانقياد لحكم اللّه والتسليم لأمره الذي جاء من عنده على يد رسوله محمد صلى الله عليه وسلم.
فمن شهد أن لا إله إلا اللّه، ثم عدل إلى تحكيم غير الرسول صلى الله عليه وسلم في موارد النّزاع، فقد كذب في شهادته.
وإن شئت قلت: لما كان التوحيد مبنيًا على الشهادتين، إذ لا تنفك إحداهما عن الأخرى لتلازمهما، وكان ما تقدم من هذا الكتاب في معنى شهادة أن لا إله إلا اللّه التي تتضمن حق اللّه على عباده، نبه في هذا الباب على معنى شهادة أن محمدًا رسول اللّه، التي تتضمن حق الرسول صلى الله عليه وسلم فإنها تتضمن أنه عبد لا يعبد، ورسول صادق لا يكذب، بل يطاع ويتبع، لأنه المبلغ عن اللّه تعالى. فله عليه الصلاة والسلام منصب الرسالة، والتبليغ عن اللّه، والحكم بين الناس فيما اختلفوا فيه، إذ هو لا يحكم إلا بحكم اللّه ومحبته على النفس، والأهل والمال والوطن

“La ilahe illallah”şehadetinin manası olan tevhid, aynı zamanda Rasul (sallallahu aleyhi ve sellem)’e imanı da ihtiva ettiği ve gerektirdiği için –ki böylece bu ikisi kelime-i şehadeti oluşturur- Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) bu iki şehadeti tek bir rukun olarak açıklamıştır. Şu hadiste olduğu gibi:

بُنِيَ الإِسْلاَمُ عَلَى خَمْسٍ: شَهَادَةِ أَنْ لاَ إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ وَأَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللَّهِ، وَإِقَامِ الصَّلاَةِ، وَإِيتَاءِ الزَّكَاةِ، وَالحَجِّ، وَصَوْمِ رَمَضَانَ "

"İslâm beş şey üzerine kurulmuştur: Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Rasûl'ü olduğuna şehâdet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, hacc etmek, ramazân orucunu tutmak" (Buhari, İman: 8; Muslim, İman: 16)

İşte bundan dolayı musannif (Muhammed bin Abdilvehhab) bu bab başlığı altında tevhidin içerdiği ve gerektirdiği bir husus olan ihtilaf halinde Rasul’u hakem tayin etme meselesine dikkat çekmiştir. Madem ki bu, “la ilahe illallah” şehadetinin hem muktezası (gereği) hem de lazımıdır, o halde her mü’minin bunu yerine getirmesi gerekir. La ilahe illallahın manasını bilen herkesin Allah’ın hükmüne boyun eğip Onun katından Rasulu (sallallahu aleyhi ve sellem) vasıtasıyla gelen emirlerine teslim olması şarttır.Allah’tan başka ilah olmadığına şehadet eden bir kimse ihtilaf halinde Allah ve Rasulunden başkasını hakem tayin ettiği takdirde bu şehadetinde yalancı konumuna düşmüş olur.

Dilersen şöyle de diyebilirsin: Tevhid, iki şehadeti (yani Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in onun Rasulu olduğuna şehadet etmeyi) getirmeye bağlı olduğuna ve de bu iki şehadetten birisi diğerinden ayrılamayacağına göre -ki bu kitapta (yani Kitab’ut Tevhid’de) Allah’ın kulları üzerindeki hakkı olan Allah’tan başka ilah olmadığına şehadet etmenin manasıyla alakalı hususlar geçmişti- işte bu babta da Rasul’un hakkı olan Muhammed’in onun Rasulu olduğuna şehadet etmenin manasına dikkat çekilmektedir. Bu şehadet ise Onun kul olduğu, Ona ibadet edilmeyeceği, Onun doğru sözlü olduğu ve asla yalan söylemeyeceği, bilakis Ona itaat edilip tabi olunacağı, zira Allah’tan aldıklarını tebliğ ettiği hususlarını ihtiva etmektedir. Ona (sallallahu aleyhi ve sellem) risalet ve Allah’tan aldıklarını tebliğ payesi verilmiş ve de insanların ihtilaf ettikleri hususlarda aralarında hükmetmesi emredilmiştir. O, insanlar arasında nefsani istekler veya mal, aile, vatan sevgisi gibi şeylerle değil, sadece Allahın hükmüyle hükmeder."

Ardından şöyle devam etmektedir:

وقوله تعالى:{وَقَدْ أُمِرُوا أَنْ يَكْفُرُوا بِهِ} .
أي بالطاغوت وهو دليل على أن التحاكم إلى الطاغوت مناف للإيمان مضاد له، فلا يصح الإيمان إلا بالكفر به، وترك التحاكم إليه فمن لم يكفر بالطاغوت لم يؤمن باللّه.

“Allahu teala’nın “Onlar tağutu reddetmekle emrolunmuşlardı” ibaresi şu manaya gelmektedir: Tağuta muhakeme olmak, imanı yok etmektedir ve ona zıddır. Zira tağutu inkar etmeyen ve ona muhakeme olmayı terk etmeyen kimsenin imanı sahih ve geçerli olmaz. Tağutu reddetmeyen birisi Allah’a iman etmiş sayılmaz."
 (Teysir’ul Aziz’il Hamid, Süleyman bin Abdillah al’uş Şeyh, sf 480-481, Thk: Zuheyr eş-Şaviş, Mekteb’ul İslami, 1423/2002)